Pazar, Ocak 15, 2012

Zeplinler: Acı bir İstimpunk gerçeği



Oooops!
Ben bu satırları yazarken (3 Ocak) Birleşik Krallık'ta ciddi bir fırtına var. İskoçya'da adına dağ bile denmeyecek 1000 metreye bile varamayan bir tepede saatte 170 km hızında rüzgarlar tespit edilmiş. Mutfakta çay için su kaynatırken bir yandan radyoda haberleri dinlerken düşünmeye daldım: Eğer İstimpunk evreninde olsaydık bu rüzgar bizi nasıl etkilerdi. Kısa özet: Çok pis.



İşin gerçeği basit.


Geri kalan herşey eşitken bir cismin ne kadar rüzgar direnci yapacağı sadece akışa bakan yüzey alanına bağli. Haliyle zeplinler ciddi bir rüzgar direnci yaratan taşıtlar ve kötü hava şartlarıyla pek iyi anlaşamıyorlar.

Zeplinler 20. yüzyılın başlarında göreceli olarak hafif sayılabilecek içten patlamalı motorların keşfiyle mümkün hale geldi. Göreceli olarak büyük gövdelerine rağmen zeplin ailesinin taşıma kapasitesi hayli düşüktü. Bu yüzden daha ağır dizel motorları kullanmak bile pek mümkün değildi.

Haliyle hemencecik ağır buharlı kazanlarla çalıştırılan zeplinleri rüyalarımızdan silip atabiliyoruz. İlginç bir tarih dipnotu, Dr. Bau adlı bir almanın naftalin gazı ile çalışan motorları ki von Zeppelin'in tasarladığı zeplinlerde sıkça kullanılırmış.

Neyse, sadede gelelim. Kocaman yüzey alanları, ağırlık sorunları yüzünden zayıf kalan iç yapısı, düşük servis tavanları ile Zeplinler, fırtınalarla, kötü havalarla, ani rüzgarlarla hiç iyi anlaşamamışlar.

Birinci dünya savaşı propoganda posteri
1928 yılında, zeplinlerin zirve çağında, Alman Graf Zeppelin ilk translantik uçuşta okyanusun ortasında bir fırtınada ciddi hasar görmüştü ve kaptanının denizin hemen üstüne kadar alçalması ve içindekilerin cesurca tamir işine girişmesiyle devam edebilmişti.

Aynı zeplin 1929 yılında bir hava taşıt aracı işin ilk defa bir dünya turu gerçekleştirecek iken yine fırtınalardan hasar almış, denizin içine kadar inmişti tamirler için. Sinema kameraları tarafından sürekli bir şekilde kaydedilen bu gezi, birkaç sene önce BBC'de güzel bir belgesel olarak yayınlanmıştı.

İlk dünya savaşında Almanlar tarafından Londra'yı bombalamak için kullanılan zeplinlerin de sonu pek iyi bitmedi. Büyük kısmı yine kuvvetli savaşırken ve rüzgarlardan aldıkları hasarlardan parçalandılar. Özellikle Alman zeplinleri hidrojenle doldurulduğu için çok da kolay tutuşuyorlardı.

Amerikalılar ve İngilizlerin zeplinleri de daha iyi çalışmadı. Herşeyden önce Almanların tecrübe ve teknik üstünlüklerine sahip değildiler. Dahası birinci dünya savaşında Avrupa göklerinde olup bitenler acı bir gerçeği ortaya koymuştu: Zeplinler gerçekten çok kolay hasar görüyordu.

Çok uzun yıllarca en büyük insan kaybına yol açan bütün hava kazaları zeplinlerin başının altından çıktı. Hoş, aynı sayıda insanı taşıyabilecek uçakların yaratılması hayli zamanı aldı. Graf Zeppelin 40 kişi taşıyordu ama bunların sadece 20'si yolcuydu. Büyük Hindenburg ise 72 kişiye kadar kişi taşıyabiliyordu ama mürettebat sayısı 40 ile 60 arasındaydı! İngilizlerin askeri zeplini R-38, Atlantik  okyanusu üzerinde karşılaşabileceği rüzgarlara karşı eğitim yaparken yapısı oluşan güçlere dayanamadığı için havada parçalanmıştı ve 49 mürettebatından 44'ü ölmüştü, esasında Hindenburg faciasından daha çok ölüme yol açan bu olay radyoda canlı yayında yayınlanmadığından olsa gerek, kimse hatırlamıyor.

Tabii diyebilirsiniz ki modern hayat öyle mi? Kompozit malzemeler eski demir çeliğe göre çok daha iyi.
 Haklısınız ancak halihazırda varolan zeplinler hayli küçük şeyler. Her ne kadar Amerikan askerleri ciddi büyük hava taşıtlarının hayallerini görse de bunlar eski zeplinlerden hayli farklılar. Her şeyden önce boyları o kadar büyük değil. İkinci olarak sert bir yüzeye sahip değiller, kısacası daha çok bir balon gibiler. Şimdiki istek çok yükü uzun mesafe taşımaktan çok yükseğe çıkıp aynı yerde uzun bir süre kalıp ELINT veya normal casusluk yapmak, Afganistan gibi yerlerde askerlerine destek çıkmak. Öte yandan bu hantal, yavaş cihazların herhangi bir havadan havaya füzeyle kolayca düşürülebileceini hayal etmek zor değil.

Ne diyorduk, biz modern hayattan bahsetmiyoruz. Eğer 19. yy'da bir şekilde mühendisler bu cihazları gerçekten nasıl kullanılır hale getirebilirdi?

Helyumu böyle bulmak Zeplinlere yaramıyor.
Öncelikle Helyum kullanabilirlerdi. Bu hidrojen kullanmanın getirdiği yangın tehlikesini kaldırıyor. Öte yandan bu biraz zor. Helyum 1868'de keşfedilmiş olsa da bu sadece solda gösterildiği gibi spetroskopik bir keşifti ve ışığın kaynağı Güneş idi (haliyle Helios'tan Helium).
Helyum'u bir gaz olarak ilk keşif ta 1895'te İskoç Ramsay tarafından yapıldı - onda da ender bulunan bir gaz haliyle.  Haliyle von Zeppelin'in ilk tasarımlarına çok geç geliyor. Zeplinlerde ilk kullanılabilecek Helyum kaynağı ancak 1903'de bir petrol aramasında keşfedildi. 21. yy'ın başlarında hala helyumun ana kaynağı yer altından çıkartılanlar.

Helyum da hafif asil bir gaz olduğundan havaya karışan her atom uzaya varana kadar yukarı çıkıyor, oradan da güneş rüzgarının etkisiyle uzayın derinliklerine savruluyor. Nükleer kaynaklardan elde edilebilecek helyum miktarı gerçekten çok düşük. Amerikan devleti 20. yy'ın sonunda helyum rezervlerini ucuzdan satmaya başladığı için aniden düşen fiyatıyla bolca kullanılan bir gaz haline gelen bu sınırlı kaynak gerçekten tükenmeye başladı. (The Oil Drum'u zirve petrol konusunda süper bir kaynak olduğu için kesinlikle tavsiye ederim, RSS'ten takip ettiğim bir kaynaktır ve çok güzel yazılar çıkıyor).

Deviantart'tan Kinnas da benimle aynı fikirde (süper çizim ayrıca)
Sadede gelelim: Helyum'un keşfini kurguda öne nasıl çekeriz? Esasında mümkün. her ne kadar petrol kuyusunda yanmayan bir gaz olarak keşfedilse de bunun helyum olduğunu anlamaları zaman alıyor, elden ele dolaşıyor. O arada tek gereken zeki birisinin bir parça gazı ayrıştırıp bir miktar inek bağırsağına doldurması ve ilk parti balonunu keşfetmesi.

Öte yandan bu iki şeye yol açıyor: Helyum hidroyen'den daha ağır bir gaz olduğu için daha az kaldırma gücüne sahip. Haliyle aniden zeplinimizin aynı gaz kapasitesiyle taşıyabileceği yarılanıyor. Bu da zeplinin büyümesine yol açıyor ancak büyümesi yapısının daha büyük ve ağır olmasına sebep oluyor. Alüminyum işlemeyi daha keşfetmediğimize göre (1880'den önce alüminyum yaratması çok zor olduğundan ağırlığınca altından daha değerli imiş!) kullanabildiğimiz malların sınırları içerisinde en fazla bir boyuta çıkabileceğiz. İkinci olarak yarattığı ise sınırlı bir kaynak olduğundan eğer çok miktarda zeplin üretirsek aniden, elimizdeki kaynağı tüketip başımıza bir dert açabiliyor olmamız (bak bundan hikaye/roman çıkar).

Daha geniş bir yüzey alanı, daha zayıf bir yapı derken, yazının girişinde bahsettiğim 170km/s hızındaki rüzgarı da yandan yedik mi ortadan ikiye ayrılır güzelim hava gemimiz (bundan da hikayeyi ben çıkartırım: sonuç, herkes ölüyor).

Ancak hayal gücümüzü kullanarak deli bir doktorun örümcek ağından yaptığı çelikten kuvvetli, halattan hafif bir yapıyla organikvari bir iskelet üzerine kurulmuş, hidrojen ve helyum karışık bir gaz sistemi kullanan, naftalin ile çalışan sessiz motorlarıyla simsiyah bir zeplinin içinde Londra üzerinde uçarken MUHAHAHHAHAHAHAA diye kahkaha atarak dünyayı nasıl yoketmeyi hayal ederken kırmızı bir uzun etek giymiş bir casus hatunun silahına hedef olabildiğini düşünebiliriz birkaç saniye için.

-Piknik sepetini çıkart hanım, keyfimize bakalım.

Kısacası bu hafta Büyük İngiliz İmparatorluğunun zeplinleri hayli dert yaşardı. Neyse ki daha iyi taşıtlara sahibiz artık. Tren gibi. NEEEE!! TRENLER İPTAL Mİ OLMUŞ!! Taş çağına döndük yahu! İşe bak!

(Kaynaklar: Aksi belirtilmediği sürece bütün resimler Wikipedia'dan araktır.)
(Dipdipnot: Yazının başında bahsettiğim çayı mutfakta unuttum yav bunu yazarken, hay! Gidip soğuk bir çay içeyim bari...)

Hiç yorum yok: