tavsiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tavsiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Eylül 03, 2009

Yazar: Gökçe Mehmet Ay

Haftalardır elime yapışan, okumayı bir türlü bitiremediğim The Light Ages'a suçlu suçlu bakıyorum. Ödev gibi oldu artık, bitirmem lazım. Bir yandan "Eylül sayısı gecikti sanki" dediğim Asimov's dergisinin Ekim-Kasım çift sayı cildi geldi geçen hafta. Bugün de postadan yeni abone olduğum Fantasy and Science Fiction dergisinin Ekim-Kasım sayısı çıkmasın mı... Hangi birini okuyacam diye kara kara düşünürken aklıma geldi. ODTÜ BKFT'nin en hayırlı evlatlarından, en hevesli mezunlarından Gökçe'nin hikayesi var: Uyur'un Laneti. Hemen gittim, Smashwords'de hikayeyi buldum ve bir solukta okudum. Aşağıda kısa bir parça alıntıladığım Uyur'un Laneti'ni siz de okuyun. Gökçe öyküsünü bedava dağıtıyor ama beğenirseniz Smashwords satın alma imkanı da veriyor. Mis gibi, genç, Türk, fantasik yazar... Okuyunuz, beğeniniz, ödeyiniz.

Ağaçların karanlığının ardından suyun üzerinde oynaşan ışık gözümü almıştı. Kaynaktan çıkan su sakin bir dereye katılıp uzaklaşmadan önce ufak bir gölcükte birikiyordu. Gölün ortasında birkaç nilüfer akıntıyla salınıyor, daha önce görmediğim çiçekler kıyıda kayalara tutunmuş güzel kokular saçıyordu. Düşünmeden ileri atıldım. O suya varıp bir yudum içmek, çiçeklerin arasında uzanmak istiyordum. Halil kolumu tutmasaydı belki devam ederdim.

“Dur. Burada bir terslik var.” Sesi sakindi ama suratında sıkıntının izi görülüyordu.

“Ne tersliği var ki?” Büyülü bir etki hissetmiyordum. “Kaynağa beni çeken bir sihir yok. Bunu kesin olarak söyleyebilirim.” Zeynep de durmuştu. İkimiz de Halil'e bakıyorduk.

“Bilmiyorum. Ama baksana ne kadar sessiz. Etrafta bir kuş bile yok.” Gerçekten de etrafta sinek bile yoktu.

“İddiaya girerim ki suyun kenarında bir hayvanın bile ayak izini görmeyeceğiz.”

Halil etrafına dikkatle bakınarak suya yaklaştı. Onun peşinden giderken bu güzelliğin bir tehlike saklayacağına inanamıyordum. Suya bir metre kadar yaklaştık, Zeynep Halil'in solunda ben sağındaydım. Dikkatlice kaynağın etrafını inceledik. Suyun sesi ve bizlerin nefesinden başka bir çıtırtı bile yoktu. Küçük havuzun ortasında salınan nilüferler dışında hiçbir şey bizi izlemiyordu.

Film: Moon

İyi bilim kurgu filmlerin azlığından şikayet edenlerdenseniz size bir iyi haberim var: Moon.

Dünyamızı enerji darboğazının pençesinden kurtaran Lunar Industries firması Ay toprağından helium-3 çıkartıp enerji üretme operasyonunu sürdürmek üzere adamımız Sam Bell'e (Sam Rockwell) görev vermiştir. Üç sene boyunca Ay'da bir başına kalmış olan ve artık Dünya'ya dönmeye hazırlanan Sam giderayak kafayı yemeye başlar. Haberleşme uydusundaki bir türlü giderilemeyen arıza sebebiyle Dünya ile iletişimi Jüpiter üzerinden gecikmeli yapabilen Sam'in tek yardımcısı GERTY isimli robottur. (Başa vuran yalnızlık semptomu olsa gerek) gördüğü halüsinasyonlar sebebiyle dikkatsizleşen Sam ciddi bir kaza geçirir ve revirde uyanır. Fakat yolunda gitmeyen birşeyler vardır. Sam allem eder kallem eder, GERTYyi kandırıp kaza yerine ulaşır ve hiç beklemediği birşeyle karşılaşır.

Filme konu olan öykünün de yazarı olan yönetmen Duncan Jones'un uzun metrajlı ilk filmiymiş Moon. Seattle Uluslararası Film Festivaline geldiğinde kaçırmıştım. Geçen hafta tek bir sinemada gösterildiğini duyunca koşarak gittim. İyi ki de gitmişim. Psikolojik gerilim tatları olan güzel bir bilim kurgu filmi seyretmiş oldum. David Bowie'nin oğlu olması itibarı ile benden peşinen +50 puan alan Duncan Jones iyi iş çıkarmış. Matchstick Men'de görüp hastası olduğumuz Sam Rockwell de iyi oynamış. GERTY'nin sesini ise Kevin Spacey yapmış. Daha ne olsun...

Bulursanız izleyiniz; benden tavsiye.