Vampir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vampir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Mayıs 02, 2016

İnsan-ı Kabil



Habil'i Öldüren Kabil, Gaetano Gandolfi. 17. YY


Habil, imanla, Tanrı’ya Kabil’den daha iyi kurban takdim etti, ve onun hediyeleri hakkında Tanrı şahadet ederek, bununla salih olduğuna şahadet olundu; ve ölmüş olduğu halde, bu vasıta ile hâlâ söylüyor.
İbranilere Mektup, 11:4
Saçmalıklar Kitabı

Kendimi size tanıtmak istiyorum. Bunu yaparken ailemizin bize koyduğu isim ve ailemize diğerleri tarafından konulan soy ismini kullanmayacağım. Başkalarının beni tanımlamak için kullandıkları kelimelerin bir ehemmiyeti yok. Mühim olan kim olduğum değildir, ne olduğumdur. Yanlış anlamayınız. Kendime bir nesne muamelesi yapmıyorum. Fakat birinin gerçekte ne olduğunu anlamak için onun tabiatını bilmeniz gerekmektedir. Onun tabiattaki isimi onu tarif eder. Filozofların, simyacıların ve efsunbazların asırlardır kişinin ve maddenin gerçek ismini öğrenmek için didinmeleri boşuna değildir. Velhasıl konuyu daha fazla uzatmayayım.

Cuma, Ağustos 01, 2014

Cheers tadında True Blood

Eskiden, televizyonda dizi izlemeye yeni başlandığı antik çağlarda Cheers adlı bir dizi vardı. Türçke ismi var mıydı bilemedim. Bilen bilir. Boston'daki bir barı ve müdavimlerini anlatan dizi uzun yıllar devam etti. Dizide oynayan pek çok kişinin ünü aldı yürüdü. Fraser'in kendi dizisi oldu. Dizinin tatlı bir açılışı vardı. Eskiden o güne kadar ki pek çok pub ve içki adetleri üzerine resimler sıralıyordu. İşte bir grup insan oturmuş True Blood için Cheers tadında bir giriş hazırlamış. Şarkı sözlerini değiştirmiş, eski canavar resimlerini koymuş. True Blood'ı seyretmeyi bırakalı uzunca bir zaman olsa da benim hoşuma gitti. Sanırım Cheers'i hatırladım, konunu True Blood ile alakası yok. Neyse ahanda aşağıda. 


Pazartesi, Haziran 02, 2014

Yeni Zelanda'da gölgeler arasında neler oluyor?

Jemaine Clement Flight of the Conchords'un yarsını oluşturan sevdiğimiz, güldüğümüz, Yeni Zelanda'nın bağrından kopup gelen müstesna bir kişilik. Arada çeşitli filmlerde de boy göstermişliği var. Arada ikili olarak arada tek başına çalışıyorlar. Clement Taika Waititi'yi alıp yeni bir belgesel çekiyor. İsmi Karanlıkta Neler Yapıyoruz/What do We do in the Shadows. Belgesel Wellington Yeni Zelanda'da yaşayan bir grup vampirin hayatlarını gözler önüne seriyor. Aralarında yaş ve kültür farkı olan bu kadim mahlukat özel hayatlarının tüm mahremini görüntülerde gözler önüne sürüyorlar. 


Film Ocak ayında Sundance Film Festivalinde gösterilmiş ve olumlu eleştiriler almış. Türkiye'de sinemalara ulaşacağını pek zannetmiyorum. Aşağıda filmin görüntüleri var. Özellikle kurt adamlar ile olan münasebetler eğlenceli. "Biraz edeb yahu, kurtadamlar küfüradam değillerdir!" :)


Cumartesi, Şubat 15, 2014

Günbatımdan şafağa dizi olarak devam ediyor

Günbatımından Şafağa ya da ecnebi dilindeki karşılığı ile From Dusk Till Dawn taa doksanlı yılların ortasında çekilen sinemalarda birazcık sönük kalsa da fantastik, korku ve türevlerini sevenlerin bayıldığı Tarantino’nun duyulmaya başladığı, Clooney’in parladığı, Rodriguez’in patladığı bir filmdir. Müzikleri pek sevdiğim Latin Blues/Rock kumpanyası Tito ve Tarantula’ya aittir. Filmi halen her seferinde beğenerek izliyorum. Daha sonra filmin yazarı Robert Kurtzman olayın hafiften suyunu çıkartarak devam filmleri çekti ama hiç birini izlemeye değer bile bulmadım. Eğer seyreden var ise değerli fikirlerini bekleriz. Velhasıl bu kült filmin çekilişinden yaklaşık 18 yıl sonra Amerika’da yeni yayın hayatına başlayacak El Rey kanalında dizi olarak karşımıza çıkacak.

Salı, Nisan 10, 2012

Vampir de olsa insan insandır!

Fantastik edebiyatin vampir kolunda pek bilgi sahibi olduğum söylenemez. Anne Rice'ın vampir evreni ve özellikle Vampirle Görüşme kitabı yanı başımızda yaşayan vampirlerin çektiği çileyi gözlerimizin önüne sermişti. Benzer şekilde Vampire: The Masquerade evreninde de vampirlerin güç savaşlarının günümüzde gizlice sürdüğünü öğrenmiştik. Disk Dünya vampirleri Disk Dünya'nın geri kalanı ile sosyalleşmeye çalışadursunlar, romantik ergen vampirler bizim dünyada kız meselesine düşmüşlerdi... Açıkçası Kont Drakula'dan sonra benim vampirlerle ilgili bildiklerim  bu kadar.

Alaya Johnson hanım kızımızın 1920'lerin New York'unda vampirler ve vampir avcılarının maceralarını anlattığı Moonshine isimli romanı 2010'da yayınlanmış. Romanı okumadım ama devam kitabı Wicked City çıkmak üzere olduğundan Tor.com'da aynı evrende geçen bir hikayesi yayınlanmış: The Inconstant Moon. Yazarların reklam amaçlı e-hikaye yazıp bedava yayınlamaları iyi oldu, biz de karakterlerini, evrenlerini sevecek miyiz, önceden tadabiliyoruz. Bu hikayede toplum vampirlerin farkında, üstelik de ayrımcılık yapıyor. Zencilerin yerini vampirler almış bir bakıma. G.O.R.A.'yı izlemiş mi yazar bilemiyoruz ama yine de mesajını veriyor: Vampir de olsa insan insandır! 

Daha çok anlatmayalım, okuyunuz, okutunuz. (http://www.tor.com/stories/2012/04/the-inconstant-moon)


Pazartesi, Nisan 09, 2012

Bram Stoker Ödülleri Açıklandı


Bram Stoker Ödülleri açıklandı hem de bir hafta oldu ben uyuyorum. Hep söylüyorum tembellik zor zanaat. Bu arada ödüllerin yanı sıra bir de bonus ödül var. Bir seferlik yüzyılın vampir romanı ödülü de verildi. Ödülü Richard Matheson 1954 yılında yazdığı "I am Legend" kitabı ile aldı.

Cumartesi, Ocak 28, 2012

Abraham Lincoln'ün Karanlık Yüzü mü Yoksa Zırva mı?

Seth Grahame-Smith'in romanı Abraham Lincoln The Vampire Hunter adlı romanı filme çekiliyor. İlk görüntüleri de yayınlanmış. Kitap çıktığı zaman reklam için çekilen fragman en sonda.

Pazartesi, Ocak 16, 2012

Eğer Ünlü Yazarlar Alacakaranlık Serisini Yazsalardı

Bana kalsa kim olursa olsun yazmasın kardeşim. Gerekli bir kitap serisi olarak görmüyorum Alacakaranlığı. Sevenler kırılmasın, bozulmasın. Lizzie Stark adlı bir hatun kişi blogunda bu seriyi başka yazarlar yazsa idi neye benzerdi diye kafa yormuş. Bu şekli ile hoşuma gitti.

Çarşamba, Kasım 30, 2011

Cumartesi, Ağustos 20, 2011

Yeraltı / Underworld Awakening

Underworld serisinin sayısını unuttum yeni filmi "Underworld Awalening" 2012'de sinemalara ulaşacak gibi gözküyor. Evet Kate Beckinsale hoş hatum ama nereye kadar.




Salı, Mayıs 31, 2011

Romantik vampilerden sübyancı vampirlere geçişe dair.

Bu hafta Radikalin Kitap ekinde A. Ömer Türkeş yeni yetme, sübyancı vampir romanlarında değdirerek gotik korku edebiyatının klasiklerinden bahsetmiş. 18. yy'da yazılan bu öykülerin nasıl modernizmin, sanayi devriminin yarattığı sıkıntılara karşı yazıldığını, dahil olduklarını romantizm akımını anlatmış. Okurken Todorov'un Fantastik'ini okuyorum zannettim bir an.

Aklın, mantığın ve modernizimin yarattığı sanayi devrimine karşı ortaya çıkan bu romantik vampir ve canavarlarla, bugünün liseye giden, yaşına, başına, dişlerine bakmadan sabi sübyanlara sarkan vampirlerin arasında ne kadar fark olduğunun altını kalınca çizmiş.

Bitirirken de o dönemde insanların vampirlerin gotik mekanlardan çok büyük şehirlerde borsa oyuncuları, mültezimler ve iş adamları kisvesi altında dolaştıklarına dair eleştirilerini eklemiş. Kan emicilere alıştık artık demiş. Bir bankacı olarak kesinlikle bu iddiaları reddediyorum. Ne o zamanlarda ne de bugünlerde iş dünyasında kesinlikle kan emme mevcut değildir. Para varken kana ne gerek var. En güzel dilberin kanından daha tatlı ve sarhoş edici! Ayrıca neyse parası verir alırsın yahu. Girdiğin zahmete değmez.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1050908&CategoryID=40

Not: Bu arada Türkeş Sheridan le Fanu'nun meşhur ve meşhum vampiri Carmilla'dan Camille diye bahsetmiş bir dil sürçmesi olduğu gibi Türkçe çevirilerinde bu şekilde kullanılıyor da olabilir. Cahilliğime verin nedenini bilememekteyim.

Perşembe, Mayıs 26, 2011

Priest 3D / Rahip 3B

Geçen hafta, bilerek, isteyerek ve farkında olarak 3 boyutlu Rahibe gittim. (Hmm böyle söyleyince ilginç geldi kulağıma, neyse). Neyi biliyor ve farkında idim derseniz tabi ki kötü bir film olacağını. Veyahut kötü demeyelim de vasatın altında diye adlandıralım.

Filmimiz daha önce de kol kola Legion'ı birlikte yapan oyuncu Paul Bethany ve taze yönetmen Scott Charles Stewart'a ait. Film hikayesini ise Priest(Hangul) adlı Kore manhwa'sından alıyor. Manhwa ise Kore mangası olarak tanımlanabilir. Tabi ki kabaca bir tanım ama olsun. Bana çok da farklı gelmediler.

Çizgi romanı okumadığım için onun hakkında çok bir şey yazamayacağım ama vikiden anladığım kadarı ile vampirler ile kovboyları karıştıran bir tarzı var. Muhtemelen de filmde olmayan ama ilerleyen sayılarda çizgi romana dahil olacak düşmüş melekler falan da mevcut. Film ise daha dar kapsamlı. İnsanoğlu, yani hristiyanlar, yüzyıllardır vampir denen, yarasadan bitme, ecinnilerle kıyasıya ve bitmek bilmeyen bir mücadele veriyor. Her nedense bu mücadele teknoloji her ne kadar ilerlerse ilerlesin aynı şiddette ve çözümsüz olarak devam ediyor. İnsanlık Judge Dredd'in takıldığı Mega City One görünümündeki şehirlerde, kilisenin gözetiminde mutlu yaşarken, kilise bu illete birden çözüm buluyor. Rahipler! Ama çok iyi eğitimli ve alınlarının çatısında haç olan rahipler. Büyük bir şansızlık ki yüzyıllarca düşünememişler. Velhasıl bu ruhban sınıfı tanrı sevgisi/korkusu ile dolu göğüslerini insanlık için siper edip, ateşli silahlara tenezzül etmeden kesici ve delici cisimlerle vampirlerin emdiği kanı burunlarından getiriyorlar. Kalan vampirler ve yancıları/yalakaları (insanlar ısırılınca vampir olmuyor, hastası oluyorlar) şehirlerden uzak hapishane benzeri toplama kamplarında huzurlu bir hayata başlıyorlar.

Filmimizde bu olaylardan makul bir süre sonra, artık işe yaramaz hale geldikleri için ağır sanayi işçisi tadında çalıştırılan rahiplerin toplumda sevilmediği bir tarihte başlıyor. Sonrasında kızılca kıyamet kopuyor. Kan, revan, irin ve organlar birbirine karışıyor. Ne yazık ki bu karışıma sık sık sorularda ekleniyor. Nasıl yani? Bu biraz garip değil mi? Fizik kanunları? gibi gibi. Filmin hikayesi basit ve kurgusu yan yollara sapmadan başlıyor ve bitiyor. O açıdan taktir etmem lazım. Fazla açılmadıkları için sonunu zahmetsizce toparlamışlar.

Film çok başarılı değil, sevmediğim bir yöntem olsa da IMDB'yi de yanıma alıp, onlar da 5.6 vermişler, bakın kötü diyorum :) Vaktiniz varsa, canınız sıkılıyorsa izleyin. Yoksa değmez. 3 boyut da hikaye bu arada.

Perşembe, Mayıs 12, 2011

True Blood Sezon 4 Tanıtımı

True Blood'ın 4. sezonun tanıtım filmi ahanda aşağıdadır. Çok da fazla bir şey beklemeyin!
Sookie yine kararsız, Bill ve Eric beceriksiz, Tara asabi, Jason salak olmaya devam edecek gözüküyor. Adamım Lafayette'ten medet umacağız galiba.

Dem bu demdir, dem bu dem! Suki Sitekhaus ve pek muhterem kumpanyası, temaşa ediniz!

Pazar, Şubat 13, 2011

Lesbian Vampire Killers

86 Dakika, İngiltere (2009)

Manchester'a geldim geleli çaptan düştüm. Zaten zar zor yazıyordum, şimdi tam oldu. Sanmayın ki ders çalışıyorum. Umarım o da olacak. Emme gezmek, tozmak pek bir vaktimi alıyor. Son yazımızı iki hafta önce eklemenin vermiş olduğu utanç ile Ankara'da iken izleyip yazamadığım Lesbian Vampire Killers adlı pek müstesna, vimpirli eseri yazayım dedim.

Adından da anlaşılacağı gibi serbest sinema endüstrisinin bu son başyapıtlarından olan film, gayet derin bir içeriğe, dolu dolu bir görselliğe, karmaşık karakterlere ve sürpriz bir sona sahip. Kurgu, anlatım ve diyaloglar tavan yapmış.

Filmin yapımcıları ve yazarları gayet Simon Pegg/Nick Frostvari bir iş çıkartmışlar. Konu geyik ama eğlenceli. Diyaloglar çok tanıdık. Herhangi bir tatile giden, bir elf, bir cüce ve bir insan biçimine sadık olacak şekilde kurgulanan bir şişman+gözlüklü, bir yakışıklı ve bir çok güzel kız filmlerine uyuyor. Bİr de yaşlı rahip var. Vampirler seksi ve lezbiyen, kızlar genç, güzel, degajeli ve potansiyel lezbiyenler. Oyuncular sanat için soyunmaktan çekinmemişler. Yani bir filmden beklediğimiz her türlü ögeyi barındırıyor. Filimden bir kuple ile bitirmek istiyorum. "Vampires! Lesbian Vampires!"



Perşembe, Eylül 24, 2009

Blood: The Last Vampire


Hong Kong, Japonya, Fransa 91 Dakika

Geçenlerde kafamda toplanan kara bulutları dağıtayım diye sinemalarda Son Vampir ismi ile yeni gösterilmeye başlanan Blood: The Last Vampire filmine gittim. Bayram olması ve genelde boş olan Kızılay Büyülü Fener’i seçtiğimiz için rahat ve sessiz bir seyir beklerken, salona önümüzde “vimpir filmi varmış, hadi vimpiri görelim!” nidaları ile giren güruh beni benden aldı. Yine de gayet uslu seyrettiler, günahlarını almışım.

Esas konumuza döner isek kısaca Blood 2000 yılında çekilmiş olan 48 dakikalık, gayet tadında ve lezzetli bir anime. Filmimiz ise anime üzerine inşa edilmiş.

Filme göre Saya babası insan, annesi vampir/iblis ancak iyiler iyisi, güzeller güzeli, genç kız görünümünde, nerden baksanız dört yüz yılı devirmiş bir kızcağızdır. Amacı babasını öldüren en yaşlı iblis Onigen’i öldürmektedir. Bu amaç uğruna Konsey adı verilen bir örgüt ile işbirliği yapar. Başlarında elder/yaşlılar olan konsey insanlığı kurtarmaya kendini adamış olup gizlice takılırlar. Bu konsey öyle bir oluşum ki hep Amerikalı’ların çalıştığı ancak Tenten’deki ikiz dedektiflere benzeyen, Japonya’da bile Peugeot arabaya binen kişileri de barındıran bir örgüt. Bu ilginç ikizler Siyah Giyen Adamlar edası ile olay mahallerine duhul edip delilleri itina ile, son teknoloji zamazingolar ile (olay 70’lerde unutmayın) çitiliyorlar.

Velhasıl Saya’ya hedef gösterip kelle istiyorlar. Saya kızımız da hattı zatında acımasızca gelen giden iblisleri kesiyor. Bu kesme ve hedef gösterme işlemleri Japonya’daki Amerikan üssüne denk gelince Saya pek tanıdık ve masum! okul üniformasını giyerek üsteki okulda iblis avına başlıyor. Ondan sonrası kan ve revan.

Yine de üniforma ve okul kızı sapıklığı konusunda animenin de, filmin de hakkını yemeyeyim. Animede olay sapıklıktan çok bir olay gereği kıyafet olarak geçiyor. Filmde de çok farklı değil. Yine de Japon anime/film okul kızı var mı var.

Esas kızımız Saya’nın animede de vampir insan melezi olduğu ima edilip, geçmişi hakkında satır arasında ipuçları serpiştirilmişti. Film ise kör gözüne parmak başlayarak olayın bütün şeceresini vererek başlıyor. Bu noktada animedeki gizemin azalması aralanması olayın tadını bozmuş.

Yetmişlerin Amerikan üssü teması nedense hoşuma gitti. Ancak fazlası ile gereksiz yan karakterler var. Hele Alice adlı kız fazlası ile gereksiz olmuş. Amerikalı seyircilere filmdeki Uzakdoğu ağırlığını azaltmak için konulmuş olması muhtemel.

Dövüş sahneleri kaynağı anime olan bir film için başarılı ve sürükleyici iken filmin ikinci yarısında iş bana hiç hitap etmeyen Çin işi dövüş filmlerine dönüyor. Sanırım bunda yapımcıların “Kaplan ve Ejderha” ile aynı ekip olması büyük. İblislerin animedeki şekillerinde olması kötü olmuş. Eciş bücüş yaratıklar çizmişler. Daha azametli ve korkutucu olmalarını beklerdim. Her şeye ve bariz sonuna rağmen beklentilerimin üzerinde bir film olmuş.

Bir son not olarak; Belki rastlantı, belki de bilinçli bir gönderme olmuş ama çözemediğim bir ayrıntı var. Filmin sonlarına doğru kahramanlarımız bir dağ yolunda, altlarında bir kamyon ile son sürat giderken kanatlı bir iblis ile dövüşüyorlar. Kapılar kırılıyor, iblis kayalara çarpıyor. Bütün bu sahneler bana Underworld 2 filminin başındaki kovalamaca sahnelerini anımsattı.