İnceleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnceleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Aralık 10, 2019

Witcher: Kitaplardaki Öteki


Önümüzdeki hafta Leh yazar Andrej Sapkowski'nin meşhur kahramanı Geralt, namı diyar Witcher'ın dizisi Netflix ekranlarına arz endam edecek. Sinema ve televizyon denilen aç gözlü, gözü doymayan,  kadir kıymet bilmeyen ikiz hilkat garibeleri kitapların sayfaları arasından çekip koparıp tarumar ettikleri pek çok kurbana bir yenisi daha eklenecek. Yanlış anlaşılmasın film ve dizilere karşı değilim ama pek çok kitabın görülen lüzum üzerine incelitilerek ekrana taşınmasındaki kayıplara üzülüyorum. Witcher için bunun nereye kadar olduğunu haftaya göreceğiz. Açıkcası diziler filmlere göre daha düzgün iş çıkartıyor. Neyse kimse kaynak metne benim istediğim açıdan bağlı kalarak film, dizi çekecek diye bir kural yok. Yine de olsa fena olmazdı tabii.

Lafı çok uzatmadan esas konumuza gelelim. Haftaya başlayacak diziden önce olayın kaynağına gidelim. Yani Polonya'dan çıktıktan sonra ünü yavaş ama emin adımlarla büyüyen ve en sonunda iki öykü kitabı, beş roman, altı çizgi roman, iki dizi film, bir film, bir masa üstü oyun, üç bilgisayar oyunu, bir kart oyunu ve bir kutu oyunu olmak üzere çok çeşitli mecralara yayılan bu efsanenin başladığı kitapların satır arasındaki karakterlere, yaşadıkları karanlık dünyaya vetüm anlatımın merkezinde yer alan Rivyalı Geralt'a. Witcher, Ak Kurt, efsuncu, namlı kılıç ustası, ücretli canavar avcısı, lanetli, Blaviken Kasabı, katil, türünün son örneklerinden, geçmişten kalmış, dışlanmış, yabancıların yaşadığı garip bir zamanda ve diyardaki öteki, Rivyalı Geralt, Witcher serisinin olağandışı kahramanına.

Cumartesi, Ağustos 15, 2015

Edebiyatta tür nedir? Gerek midir?

Aslında bu konu üzerinde uzun zamandır yazmak istiyordum ama iş güç ve tembellik yüzünden bir yazamadım. Aslında halen vakit dar o yüzden uzun uzun yazmak yerine iki satır karalayıp sözü Gaiman ve Ishiguro'ya bırakacağım. Yiğit olsa daha akademik ve derinlemesine tespitler yapabilirdi. Belki halen yapar :)

Her neyse konu şudur. Neil Gaiman ve Kazou Ishiguro bir araya gelip edebiyattan konuşmuşlar. En çok da Ishiguro'nun son romanı The Burried Giant üzerinden dönen tartışmalardan bahsedilmiş. Peki nedir bu tartışmalar. Kısaca içerisinde fantastik ögeler olan kitabın neden bir fantastik kitap adı altında basılmadığı. Birileri oturup bu konuda ciddi ciddi kafa yoruyor. Bana göre biraz gereksiz bir tartışma. Hele ki pek çok türün, edebiyat dışı bile, birbirine karıştığı günümüzde. 

Edebiyat akımlarını ayırmak, sınıflamak ve buna göre incelemek çok normal bir inceleme. Fakat bunun amacından sapıp farklı takıntılara neden olması gereksiz yere emek ve vakit kaybı. Bir kitabın içerisinde ögelere göre illa ki bir sınıfa sokmak zorunda değiliz. Tabi ki yazım tarzı ve içerik olarak bir sınıflandırma mümkün. Bunun gereksiz olan kısmı bu kitap fantastik bir kitap adı altında çıkmadı gibi bir tartışmaya girmek. Kitap çıkarken ismine Ahmet desek ne olur Mehmet desek ne olur. Mesele kitabın nasıl yazıldığı, ne anlattığı. Şekile çok fazla takılıyoruz.

Dediğim gibi aslında daha uzun bir yazı olacaktı ama vakitsizlikten sadece bu kadar zırvalayabildim. Bu iki güzel yazarın konuştuklarını aşağıdaki  bağlantıdan okuyabilirsiniz.

New Statesman'dan

Çarşamba, Ocak 07, 2015

Lovecraftçı çizgi romanlar

Hitit Güneşi'nde bir şekilde yer alan ya da takip eden kişilerin önemli bir kısmı H.P. Lovecraft'ın eserlerini ve tarzını severler. Ktulhu pek çoğumuz için okuduğumuz kitap ya da çizgi romanlarda, izlediğimiz film ya da dizilerde önemli bir ögedir. Pek çok eserde bilinçli ya da bilinçsiz ortaya çıkan bu tür motifleri fark ederiz. Bu bir tercih ve zevktir. Lovecraft'ın eserlerini, tarzını ve hatta karakterini sevmeyecek, tasvip etmeyecek pek kişi de vardır. Bu onların haksız bizlerin haklı olduğunu göstermeyeceği gibi tam tersini de göstermez. Lafı biraz fazla uzattığımın farkındayım. Yine de bu konuda yayınlanmış çizgi romanlardan bahsetmeden önce iki kelam etmek istedim.

Paste Dergisi 2002 yılından bu yana Amerika'da dijital olarak yayınlanan bir dergi. Ağırlıklı olarak müzik ve eğlence üzerine içeriği var. Ekim ayında Lovecraft ögeleri taşıyan çizgi romanları anlatan bir yazı çıkmıştı. Bendeniz de o tarihten bu yana bilinen temelliğim içerisinde bunun üzerine yazmayı erteledim. Aslında biraz da yukarıda bahsettiği gibi herkesin ilgisini çekmeyeceğini de düşündüm. Sonuçtu Ktulhu ve Lovecraft'ın eserleri çok da rağbet gören konular değil. Fakat Hitit Güneşi olarak bu tür kaygılar içerisine pek girmedik. 

Uzun lafın kısası dergi on adet çizgi romanı anlatmış. Tüm yazılanları uzun uzun aktarmayacağım. Sadece benim kısıtlı bilgim dahilinde olanlardan (yani bir tek) bahsedip en çok ilgimi çekenleri hakkında tahminlerimi yazacağım. Fazlasını bulmak ve hatta yorum olarak yazmak size kalmış. Benden fazla bilgisi olanlar lütfen yazsınlar. Öğrenelim, ona göre çizgi roman seçimi yapalım. 

Cumartesi, Ekim 25, 2014

Seyfettin Efendi Hayırsız Ada çıktı

Eskiden beri Osmanlı'nın klasik dönemi hep ilgimi çekmiştir. Gerek ortamı gerekse kültürü olarak. Ancak son yıllarda ilgim ve merakım biraz daha günümüze yakın dönemlere kaymaya başladı. Bunun bir çok nedeni var tabi ki. Sanırım fantastikten biraz sıkılmış olmam, istimpunk denilen akımın/estetiğin daha ilginç gelmeye başlaması, bilimin biraz işin içine girdiği sanayileşme çağının cazibesinin artması, 19. YY için Osmanlı kaynaklarının çokluğu ve de birazcık da olsa büyümüş olmam bu nedenlerin başlıcaları. Özetle bugünlerde Osmanlı'nın son dönemlerinde geçen eserler daha bir ilgimi çekiyor.

Pazartesi, Eylül 29, 2014

Bir Deliliğin Dağlarında incelemesi

H.P. Lovecraft okuyanlar bilirler. Lovecraft okuması, anlaması ve hatta bazen sabredip sonuna kadar gitmesi zordur. Yazarın anlatımı biraz da farklı bir döneme aittir. Tekrarlar vardır. Ortamlar gariptir. Karakterler tekinsizdir. Belki de bunlar Lovecraft'ı benzersiz yapıyordur. O da başka bir tartışma. Yiğit sağ olsun sayesinde bu önemli yazarı daha iyi anlamak için elimizde görüntüler geçti. Aşağıdaki görüntüler gayet günlük hayatta konuşulan sade ve basit bir dille size Deliliğin Dağlarında adlı eseri ve yazarın yazma alışkanlıklarını anlatıyor. Fakat bir sorun var o da bizim günlük hayatımızın değil bir Afrikalı Amerikalı'nın günlük dili ile aktarılıyor. Lütfen ön yargılı ya da ırkçı bir yaklaşım içine girmeyin. Bir fırsat verin. İzleyin. Dinleyin. Kaçırmayın. Aydınlanın.

Perşembe, Temmuz 24, 2014

Hayal etmeye davet: Murat Başekim’den “Hayal Et Hikâyeleri”


Murat Başekim hep beyan ettiğimiz üzere pek sevdiğimiz yetenekli, genç! yazarlarımızdan. Kitapları daha bir kaç yıldır raflarda yerlerini alıyor. Yakın gelecekte çok daha ses getirecek işler yapacağından ve ismini duyuracağından eminiz.

Özgür kendisinin son çıkan öykü kitabı Hayal Et Hikayeleri üzerine Edebiyat Haber'e bir yazı yazdı. Kesinlikle hem yazıyı hem de Başekim'in kitabını okumalısınız. Sadece fikir vermesi açısından bir kuplesini aşağıda paylaşıyorum. Dahası Edebiyat Haber'de.

"Fantastik kurgunun giderek paranormal pembe dizilere indirgendiği ve gittikçe gençleşen bir tüketici kitlesinin geçici heveslerine meze olduğu son yıllarda, çıtayı tekrar yükseğe kaldırmaya uğraşan bir yazarı ve son kitabını tanıtmaya çalıştık. Daha da fazla söze gerek yok: fantezi ve korku edebiyatını ciddiye alan, alacakaranlığa doğru yol almaktan korkmayan tüm okurları Murat Başekim’in tekinsiz dünyasına davet ediyoruz."

Pazartesi, Aralık 23, 2013

Tavsiyeler ve Sessizliğin Bozulması...

Tatsız bir Yozgat Akdağmadeni gecesinde bana arkadaşlık eden ve yalan da olsa kendimden utanmama sebep olan bir kitabı paylaşıp ben de sessizliğimi bozmak istedim. 
 
Ne kadar durumum boktan da olsa benden daha boktan durumda olan insanlar da var değil mi?..O yüzden sevineyim ve yazayım veya yazmayayım ve dans edeyim (Mert'den yeterince azar işitmedim). Paylaşacağım kitabın adı Name of the Wind. Patrick Rothfuss adında bir yazardan. Fotoğraf filan da koyacağım (Ben bu blog işlerinde anlamıyorum). Aslında bu bir seri: Kingkiller. Name of the Wind bu serinin ilk kitabı. İkinci kitabının adı " Wise Man's Fear". Üçüncü üzerinde halen yazar çalışıyor. Bu yazıyı yazmamın esas sebebine gelmek istiyorum( Bu üçüncü biram). Ben ve birtakım arkadaşlarım çok fazla "Fantasy Fiction" ( bildiğin fantastik) okuduk. Bir zamanlar (gençler bilmez) Fantastik romanlar fabrikadan çıkıyordu(referans: TSR romanları, çok var). Bu yüzden hepimiz ya Fantasy den sıkıldık, tiksindik ya da umursamazlık geliştirdik. Bu kitap bendeki bu algıyı değiştirdi ve beni biraz normale döndürdü. Kitabın kahramanı Kvothe, aslında bildiğimiz kahramanlardan biri. Zeki, dayanıklı, karizmatik ve güçlü; Ama kitabın anlatımıyla o kadar insan ki ve o kadar yakın ki; Okuyan (kaşar geek kişi) ister istemez hem karaktere hem de anlatıma hayran oluyor. Tabi bu değerlendirmelerim aşırı öznel, siz de okuyun bakın (bir tek Hakan beğenmez).

Kvothe, kitabın başında Kote. Kote unutulmuş ücra bir köyde bir hancı. Hanın da sahibi. Bir de yardımcısı var garip bir genç. Kote nin sakladığı sırlar var. Kote sessiz. Ama belli ki buralı değil, belli ki gösterdiğinden çok zeki ve güçlü. Daha fazla anlatamam. Okuyun ve beraber Kote nin kendi ağzından, Chronicler (The) ın kaleminden. Yardımcı Bast ın (Bu oğlan bi garip ama adını koyamıyorum) neşeli kahkalarının eşliğinde hikayeyi dinleyelim.

Sessizlik ile ilgili geyiği kitabın başında bulacaksınız...

Görsel Referans: Internet(Heryerde var bu resim) The Name of the Wind. Paperback, 661 pages, Penguin Group USA, ...

Çarşamba, Aralık 11, 2013

Kick-Ass 2 geldi ve geçti


Ne yazık ki iş yoğunluğu ve diğer gerekli/gereksiz işler Hitit Güneşi’ni dönem dönem ihmal etmemize neden olduğu gibi hayatı da ıskalamamıza sebep oluyor. Bir süredir izlemek istediğim filmlerin hiç birini sinemada seyredemedim. İki haftadır artık zar zor bulunan torrent siteleri sayesinde bir kaç film seyrederek eksiğimi gidermeye çalışıyorum. Fırsat bulursam bu filmler hakkındaki görüşlerimi yazacağım Gönül podcast olsun ister ancak bu kadar farklı kıtaya yayılmış kişiyi bir araya getirmek zor oluyor. (Tabi ki bütün suç zaman diliminin. Tembellikle hiiiiç alakası yok.)

Her neyse kaç zamandır dört gözle beklediğim Kick-Ass’in ikinci filmi sinemalara geldi, geçti ve en sonunda DVD/Blue Ray olarak piyasaya çıkınca ben de zor da olsa ayıldım ve filmi izledim. (Acep beklemediğim bir filmde ne yapacağım.)

Cumartesi, Mart 16, 2013

Kediler uzaktayken fareler naapar?

...oyun oynarlar!!!

"Fareler oyunda, blog küllerinden bir online dergi olarak yeniden doğdu. İki (belki üç?) ayda bir yayınlanacak, hem browser’da ayrı blog postları olarak, hem dergi tasarımı ve bütünlüğüyle pdf (ya da afilli flash uygulaması) olarak okunabilecek bir dergiye dönüştü" diye yazmış edütör.

Fareler Oyunda, blog olarak bir dönem var olmuş. O dönem varlığından habersizdim, ne yalan söyleyeyim. Artık e-dergiyi takip edip arayı kapatacağımı umuyorum. Fareler Oyunda, eski Oyungezer tayfasından Mehmet Kentel editörlüğünde organize olmuş. Oyungezer, bilenler bilir, bence bir dönem (bir dönemin altı çizili, evet) Türkiye'de yayımlanan en iyi oyun dergisi idi. "Aterici ergen" dimağının çok üstünde, ötesinde bir muheyyile ile üretilen çok sağlam yazılar olurdu içinde. Sonraları o tad kayboldu. Ama ne gam, Fareler Oyunda, hem o tadı, hem de daha fazlasını vaadediyor bize. Oyun incelemeleri, eleştirileri yine var. Ama çok daha zihin açıcı başka şeyler de: Misal bu sayının dosyası "oyun mekanları". Çok güzel yazılar var bu dosyanın içeriğinde, vallahi başka yerde okuyamazsınız.

Velhasıl Fareler Oyunda, "bi şeyler eksik" dediğimiz bir mecrada ciddi bir boşluğu dolduracak gibi görünüyor; ömrü uzun olur inşallah.

Mart 2013 sayısı brovzırlarda efenim. Feed'lere katık olsun...

http://www.fareleroyunda.com/




Çarşamba, Aralık 26, 2012

Stalker (İz Sürücü)


Bir kez konuk! yazarımız Aynur Yalçınkaya bizlerle.


Birkaç gün önce internetten indirdiğim Einstein’ın “Yaşamla Yazışma” isimli kitabına şöyle bir göz gezdirirken Pascal’ın “Düşünceler” isimli eserinden alınan şu cümleler dikkatimi çekti.

“Ne beni kimin dünyaya getirdiğini, ne dünyanın ne olduğunu ne de kendimin kim olduğunu biliyorum; her konuda korkunç bir bilgisizlik içindeyim; yaşamımın ne olduğunu, duyularımın, ruhumun ne olduğunu, hatta kendi söylediklerimi düşünen, her şey ve kendisi üzerine kafa yoran ve kendisini diğer şeylerden daha iyi tanımayan o bölümün ne olduğunu bilmiyorum.

Cuma, Aralık 07, 2012

Solaris üzerine kısa bir inceleme

 
Konuk yazarımız, bizden daha çalışkan olduğu kesin, Aynur Yalçınkaya'dan Solaris üzerine bir yazı.

Kısa bir süre önce okuduğum, üzerine de Tarkovski’nin yönettiği versiyonunu seyrettiğim Stanislav Lem başyapıtı Solaris’ten bahsetmek istiyorum. (Soderberg versiyonunu seyretmek istemiyorum açıkçası. Tarkovski’nin damağımda bıraktığı Rus filmlerine özgü kasvetli ve buruk tadı bozmaya hiç niyetim yok.)

Cuma, Kasım 16, 2012

Zombiler zombilikten çıkabilir mi? World War Z


Birkaç gündür Hitit Güneşi’ni ihmal ettik. Boş durmayalım bari 2013’de gösterime girecek olan World War Z’in görüntülerini koyayım dedim ama sürekli film görüntüleri eklemekten utanarak ve tabi ki görüntülerde garipliklerden dolayı iki satır da yazayım dedim.

Cumartesi, Eylül 29, 2012

Duman Doğu’dan yükselir: Bacigalupi’den oryantal istimpunk

Blog olarak istimpunka batmış vaziyetteyiz. Ne olduğunu tam olarak anlamasak da (ver zembereği, ver pistonu, karart atmosferi hafif sepya yap, tepesine dirsekli soba borusu dikip dumanı da saldın mıydı aha sana istimpunk) galiba seviyoruz bu şeyi. Görselliği genellikle şık ve anakronistik olunca bilimkurgu duyargalarımızda hoş karıncalanmalar yaratabilen istimpunk’ın güzel örneklerine maalesef ne sinemada ne edebiyatta sık rastlayamıyoruz. Böylesi bir yoksunluk içindeyken önüme bir istimpunk ziyafeti getirerek beni edebi zevklere gark eden Kurma Kız’ı (Windup Girl) iştahla takdimimdir.

Perşembe, Ağustos 30, 2012

Total Recall 2.0

 
Hakan gelmesin deyip duruyordu ama en sonunda Total Recall 2.0 geldi. Biraz gecikmeli de olsa gidip izledim. Hakan'a katıldığım yerler olmakla beraber haksızlık edilmemesi gereken yerlerde var. Aslında karışık duygular içerisindeyim denebilir. Ya da üstüm de açık kalmış olabilir.

Total Recall Paul Verhoeven ve P.K. Dick'in hastalıklı zihni birleşince ortaya çıkan ütopik bir bilim kurgu filmiydi. Hareket vardı, ütopya vardı, alt metinler vardı, mutantlar vardı, mizah vardı ve hatta ikiden fazla göğüs vardı. Bir taraftan Arnold etrafta koşturup kötü adamları haklarken, arkada Mars'a tıkılıp kalmış, en temel haklardan biri olan nefes alma özgürlükleri bile olmayan mutasyona uğramış bir sınıfın hayatta kalma mücadelesi vardı. O dönem için zekice film hileleri vardı. Bir çok beklentimizi karşılıyordu. Sonuna bir de uzaylı ırk da eklemişlerdi.

Pazartesi, Temmuz 23, 2012

G.R.R Martin ile Büyü ve İlim Üzerine

G.R.R. Martin kullandığı anlatım tarzı ve yarattığı karakterlere karşı olan acımasızlığı ile pek sevdiğim, pek takdir ettiğim yazarlardan da biridir. Zaten bunu Hitit Güneşi'nde bir şekilde belli etmişimdir. Martin ile Weird Tales dergisinin editörü Darell Schweitzer görüşmüş. Ne mi konuşmuşlar? Martin bilim, kurgu ve korkunun arasındaki farkı anlatmış. Fazlasını da siteden bulabilirsiniz.

Cuma, Temmuz 20, 2012

Paranoyak Benzerlikler

 
Zamanımızın popüler takıntısı Buz ve Ateş Şarkısı serisini okurken aklıma bir şey takıldı. Özellikle ilk kitapta, Taht Oyunları’nda, olayların gelişiminin ve bazı unsurların Dune’la ne büyük benzerlikler içerdiği dikkatimi çekti.

Başlayalım…

Çarşamba, Temmuz 04, 2012

Pamuk Prenses, Avcı ve Diğerleri


Pamuk Prenses ve Avcı'nın ilk kez görüntülerini izlediğimde "fikir hiç de fena değil, ama kesin işi sulandırmışlar" demiştim. Özellikle de Kristen Stewart'n oynadığını duyunca beklentilerim iyice düşmüştü. Filmi de böylesi beklentiler içerisinde seyrettim. Ne yalan söyleyeyim ilk yarıda da herşey beklediğim gibi gidiyordu. Ancak ikinci yarıda işler değişti.

Pazar, Mayıs 27, 2012

Çok Zekice, Çok İyi Kurgulanmış: Cabin in the Woods

Bir süredir işin yoğunluğundan Hitit Güneşi ile pek fazla ilgilenemiyorum. Hatta kendimle de ilgilenmekte zorluk çekiyorum. Mesai tanrıları kurban istiyor. Her neyse geçenlerde biraz kendime geleyim diye her tarafta hakkında çok iyi şeyler okuduğum Josh Whedon'ın Cabin in the Woods filmine gittim. Josh Whedon'un sevdiğim pek çok işi var. Firefly bunların başında geliyor. Bana hitap etmeyen işleri de mevcut. Buffy ve Avengers beni hiç sarmadı. Ama Wheadon'ın tarzını hep sevmişimdir. Bu nedenle Cabin in the Woods'ta ne yaptığını, kendi tarzında bir korku filmi çektiğini çok merak ediyordum.Açık ve net söylüyorum çok başarılı bir iş çıkartmış. Çok zekice kurgulanmış, bazı göndermeleri gözüne sokan, çoğunu alttan alttan veren göndermelerin haddi hesabı olmayan bir film. 

Konuyu anlatıp seyretmemiş olanların seyir zevkini kaçırmak istemiyorum. Ancak son yıllarda seyrettiğim en zekice yazılmış filmlerden bir tanesi. Karakterler ve olay örgüsü özenle yazılmış ve hemen hemen her şey cuk diye yerine oturuyor. Filmi baştan sonuna kadar keyifle izledim. Şiddetle tavsiye ediyorum. Gidin izleyin. Sizler izledikten sonra daha detaylı yazacağım ama dediğim gibi mesai tanrıları kurban ister. 

Pazar, Nisan 29, 2012

Raven / Kuzgun


Bir süredir sinemaya gitme konusunda isteksizdim. Tembelliğim bir yana pek de iyi filmler gelmiyordu. Dün gece üşenmeyip sinemaya gidip yeni gelen Kuzgun'u seyredeyim dedim. Kuzgun, Edgar Allan Poe'nun meşhur şiirinden ismini alan ve Poe'nun son günlerini polisiye bir hikaye olarak anlatan, V For Vendatta'yı yöneten James McTeigue'nın son filmi.

Çarşamba, Nisan 04, 2012

Celbiniz Var: Başka Bir Boyuttan Çağrılıyorsunuz


"When you go summoning extra-dimensional entities, there are certain precautions you should be sure to take. For starters, you can forget garlic, bibles and candles: they don't work. Instead, you need to start with serious electrical insulation to stop them from blowing your brains out through your ears." 
The Jenifer Mourge - Charles Stross, s.47.

Bir cümleler ile Stross Loundry serisinin ikinci kitabında çok boyutlu şahsiyetleri boyutumuza celp etmenin inceliklerini anlatıyor. Tabi ki davete icap edecek meşum şahsiyetlerin ne menem varlıklar olacağı malumunuz. Stross bu anlatımı ile eski usuller tamamen çöpe atmış gibi dursa da, elektrik akımları, iblis kovucu yazılımların yanı sıra yerlere çizilmiş pentagramlardan vazgeçmiyor.