Perşembe, Ağustos 23, 2012

Terry Pratchett - Snuff

Sir pterry'nin kitaplarını hem heyecan hem korku ile okuyorum. Bazı kitapları olağanüstü komik ve eğlenceli iken bazıları sadece iyi olabiliyor. Henüz çok kötü bir eserini okumadım ama Monstrous Regiment herhalde o kategoriye aday olabilir.

Herneyse, Snuff çıktığında ciltli fiyatına bakıp 'oha çüş, kusura bakma ben seni zengin etmeyeyim' diyerek karton kapak halini önceden sipariş etmiştim Amazon'dan. Geldi kitap, listemde bir süre durduktan sonra tekrardan bir gün Witches Abroad okuma gazı olup bitirdikten sonra 'yahu şu kitaba bir baksam iyi olacak' diye giriştim. Sonuçta kitap neredeyse bir sene önce yayınlandı, bir ara el atmak lazım değil mi?

Giriş o giriş. Londra'nın, pardon, Ankh-Morpok'un gece bekçilerinin komutanı Vimes, patronunun ve eşinin zoruyla bir tatile gitmekte. Hiç de gidesi yok. Tatile gidilecek yer de şehirden bir elli kilometre uzaktaki eşinin atalarından kalma malikanesi. Oh oh! Kendisini tümüyle işçi sınıfından gören Vimes, evlilik ve işi sayesinde şövalyelik ünvanını almış ve Ankh-Morpok'un en zengin insanlarından birisi olmasına rağmen durumundan hiç mutlu değil.

Devamı aşağıda...


At arabalarına atlayıp Sybil'in malikanesine varıyorlar ailecek. Çifte oğulları ve sadık (ve azcık psikopat) uşakları eşlik ediyor.

Vimes alışık olmadığı bir duruma düştüğü için gaf üstüne gaf yapıyor ancak yavaş yavaş toprak sahipliği mentalitesini kabulleniyor ve köylüleriyle ve çevredeki diğer toprak ağalarıyla, pardonnnn, sahipleriyle ilişkiler kurdukça taşrada herşeyin doğru gitmediğini farkediyor ufaktan. Herşeyden önce etraf Goblinler ile dolu! İngiltere'nin tepelerini ve altını kaplayan tavşanlar gibi bu iğrenç yaratıklar her yerde. Bir yandan da oğlu Sam ile bok denilen meredin ne kadar ilginç olduğunu gösteriyor bize (cidden) ve Goblinlerin kendi dışkılarına ne kadar önem gösterdiklerini ve hayat boyunca boklarını, sümüklerini, tırnaklarını, dişlerini dikkatle saklayıp çok dikkatlice yaptıkları kavanozlara koyduklarını öğreniyoruz.

Vimes rahat duramadığından sağa sola burnunu sokarken işlerin harbiden hiç doğru yolunda olmadığını keşfediyor ve sorunu çözmeye karar veriyor, 100 sayfa sonra da sorun çözülüyor, herkese madalyalar! Yattaaa!!!

Yaşasın Ankh-Morpok!
Ancak... O kadar basit değil olay.

Bildiğiniz gibi Terry Pratchett Alzheimer hastalığı ile mücadele etmekte. Televizyonda ve radyoda gördüğünüzde adamı hala son derece başında olduğunu görüyorum. Yardımlı İntihar belgeseli ile çok konuşuldu buralarda. Terry Pratchett'in her zaman üst üste süper eserler çıkartmadığını da biliyoruz, hatta en iyi romanlarının hayli onceden yazılmış romanları olduğu bir gerçek. The Colour of Magic, Guards! Guards!, Mort, Small Gods, Lords and Ladies filan, hepsi hayli eski kitaplar. Yenilerde tek gerçekten başarılı Discworld kitabı Night Watch (o da 10 sene olcak yahu) idi (daha yeni BBC Radio 4 Extra'dan süper bir adaptasyonunu dinledim nanik). Diğer romanlarının komik olduğu garanti ancak aynı şekilde akılda kalmıyor ve bu kitapların genelde daha yeni kitaplar olduğu doğru, Going Postal, Mascerade, Moving Pictures, Making Money vesaire, modern bir temayı alıp Ankh-Morpok'un içine atıp nasıl olurdu diye düşünmekten başka bir şey değil, bir yerde bu kitaplara vasat denebilirdi eğer yazan Terry Pratchett olmasa ve herşeye rağmen yine de bir sürü komik fasıl içermeselerdi.

Sadede geleyim, Pterry bu romanda bir seferde ele alacağından fazla şeyi birden almış. Sanki birisi bir zihin haritasını almış, hiç tekrar bir üstünden geçmeden haldır huldur yazmış. Belki, bir kanıtım yok ama, belki yazarken yardım aldığından. Kitabın ortasına doğru geri dönüp kapağına ve ilk birkaç sayfasına baktımdı acaba başka birisinin ismi de var mı küçük karakterlerle diye, bulamadım.

Bu kitapta neler irdeleniyor bir sayayım:
  • İngiliz aristokrasi
  • Toprak sahipleri
  • İngiliz köylüleri
  • Irkçılık
  • Kölelik
  • İnsan(!) hakları ve kazanma mücadelesi
  • Köle ticareti (ve 19 yüzyıla kadar yapılan kıtalararası köle ticaretinin detayları)
  • Farklı ırklar arasındaki ilişki
  • Kültür farkının yarattığı ayrılıkçılık
  • Farklı kültürlere karşı ingilizlerin duyduğu nefret

Bunların her birisi neredeyse bir Terry Pratchett kitabının konusu olabilirken herşey bir romana sıkıştırılmış. Sanki zamanım yok diye hepsini sıkıştırmış ya da gerçekten yazarken farketmemiş ve kimse de adama 'Terry bak, böyle böyle sorunları var bu eserin, bir üstünden geç' dememiş, diyememiş, dediyse belki dinletememiş. 39 tane Discworld romanı yazmış bir adama laf anlatmak zor olsa gerek.

Bütün bunlara rağmen kötü bir roman değil. Çok daha iyi olabilirdi. Belki gıcık bir dönemimde okudum ancak yüz küsür sayfa okuyup bir defa sesli gülmediğimi farkettiğimde "n'oluyoruz layn" dedim kendime. Daha yeni Iain M. Banks'ın Use of Weapons'unu tekrar okudum ve kesinlikle daha çok komik sahneler içeriyor.

Öte yandan, uğraştığı konuların daraltılığından da olabilir. Irkçılık ve kölelik gibi şeylerden bahsediyor, farklı ırktan insanların peynir ekmek gibi kesildiği bir dönemde başlıyor roman ne de olsa. Daha bi öte yandan, bu konular harbiden yüz sayfa filan ilerledikten sonra ortaya çıkıyor, ondan önce ana tema toprak sahipleri ve taşra köylüleri. Belki her iki gruptan İngiltere'de nefret ettiğimden o fasıldaki geyiklikleri de komik bulamadım ancak herşeyi bırakıp Vimes ve oğlu Sam'ın çeşitli hayvanların boklarını kurcalamalarını komik bulasım hiç yoktu. Belki çocuk sahibi arkadaşlar farklı yaklaşabilir.

Beni en hayal kırıklığına uğratan kısmı kitabın sonuydu. Terry Pratchett kitaplarında suçluların cezalarını bulmasını, ÖLÜM'ün gelip onları almasını bekleriz. Kahramanlarımızın bir şey başarmış hissi ile yaşama devam etmelerini umarız.

Kötü adamlardan birisi sonunda gerçekten hak ettiğini buluyor ancak gerçek kötülük, ırkçılık, hiç de gerçekçi bir şekilde sonuçlanmıyor. En sonuna doğru mucizevi bir olay sonunda Ankh-Morpok'un zenginleri ve güç sahipleri Goblinlerin insana eşit olduğuna karar veriyor ve bir saniyede herşey bitiyor. Sam Vimes köylülerine 'bir daha asla' deyince herkes 'emrin olur Sahip!' diyor konu kapanıyor. Yerse!

Bütün dünyada bırakın farklı deri rengini, farklı düşünce ve inançları, geldiğiniz yer farklıysa, ananız babanızın köyü bir başkasının ana babasının köyünden 500 metre uzaktaysa düşman olunuyor. Pterry'nin hayal dünyasında yaşıyor olması güzel bir şey ancak kendisi bile bunu inandırıcı bir şekilde, ümit verici bir şekilde veremiyor bizlere. Nobby, bütün Bekçi hikayelerinde insanlığına şüphe düşürülen Nobby gidip bir Goblin kıza aşık olunca 'tamam, bütün engeller yıkıldı' oluyor. Olmuyor yav, olmuyor.

Irkçılık ele alması çok zor bir konu. Terry Pratchett'in romanları farklı ırklardan bir sürü karakterle dolu ve sürekli bu engellerin yıkılması ve insanların birbirlerine doğru düzgün şekilde davranması mesajları ile dolu. Şu ana kadar bunları inanılır bir şekilde verebilmişti. Bu kez veremedi. Özellikle son zamanlarda nette patlayan başarısız 'ben ırkçılığı irdeleyeceğim' bilim kurgu romanını ele alırsak bu işin ne kadar kötü bir şekilde yapılabileceğini görebilirsiniz. Terry Pratchett kesinlikle o seviyeye düşmüyor ancak gerçekçi bir şekilde toparlayamıyor.

Belki de ben yanlış bakıyorum olaya. İngiltere topraklarından köleliği eleştirmek, Amerika kıtasından eleştirmeye göre çok daha zor. Her nasılsa Britanya İmparatorluğu işgal ettikleri yerlerde işçi lazım diye Afrika'yı ve Afrika'da çalışacak adam lazım diye Hindistan'ı boşaltmaya girişmiş olsa da, her ne kadar Avusturalya'yı işgal ettikten sonra oranın yerel halkını insandan bile saymayarak 1960'lere kadar ellerinden çocuklarını alıp (daha önemlisi dindar) beyazlara verdiyse de, dünyanın geri kalanına göre köleliğe hayır diyen ilk imparatorluklardan birisi. Haliyle tarihçe olarak bakıldığında 1700'lerden beri İngiltere'de kölelik diye bir kavram yok.

Kölelik ve köle ticareti komik bir konu değil.
Evvelki yüzyıldan kırbaçlanan Louisiana kölesi resmi.
Bizlerin ise bu konuda çok diyecek lafı yok. 1830 ve İkinci Mahmut'u bekliyor beyaz kölelerin özgürlüklerini elde etmeleri. Zencilerin ticaretinin yasaklanması 1871'i buluyor ancak köleliği kaldırmıyor bu fermanlar, alıp satmak yasak, bulundurmak serbest. Nasıl liberal bir yaklaşım ise. Osmanlı'da kaçak esir ticareti 20 yüzyılda hala devam ediyorken Osmanlı gidiyor kavga bitiyor. Tabii modern tarihçemiz bir çizgi çekip "bundan sonrası bembeyaz, herşey pespembe" dese de ne kadar inanırsanız artık. Türkiye'de hala köyler ve ağalar ve ağaların köylüler üzerinde sahip olduğu haklar tartışılır bazı götler tarafından. Irkçılığa ise hiç girmeyeyim. Kısacası yağmur yağdığında camdan bakan arap kızının kendi isteğiyle mi o odada olduğunu ve ne için olduğunu, o akşam başına ne geleceğini ve üstüne kimin çıkacağını bir düşünün bakalım.

En dumur olaylardan birisi ise İngiltere'nin içerisinde bir insanı köle olarak tutmanın yasaklanması inanılmaz derecede yeni bir şey olması. Her ne kadar İmparatorluk içerisinde köle sahibi olmak çoktan yasaklanmışsa da buralarda bunu suç yapmayı kimse düşünmemiş. En sonunda, topu topu 6 Nisan 2010 tarihinden itibaren bir insanı esir ve köle olarak tutmak artık suç. Çok saçma gelse de bu olay, bu tarihe kadar İngiliz yasalarında kölelik kavramı olmadığı için suç olarak ele alınması mümkün değilmiş.

Herneyse, kitaba geri döneyim. Sonunda bütün herşey tatlıya bağlanıyor, vahşi topraklara kanun getiriliyor, cahillere doğru yol sopa ile gösteriliyor, internet bağlanıyor, fakirlere iş kaynağı bulunuyor, öyle de olunca bütün dertler bitiyor. Süper. Mutlu son. Peki ben niye mutlu olamadım sonunda?

En gıcık olay ise en sonunda esas kötü insanların hiç bir ceza almadan yırtmaları. Cinayetleri ayarlayan, köle ticaretini yapan, herşeyin arkasında olup planlayanlar neredeyse tümüyle yırtıyor. Biraz güneşli yerlere sürgün (yine İngilizlerin Avusturalya'ya istemediklerini sepetlemelerine bir gönderme), hafif cezalar derken suçları hayatıyla ödeyen tek kişi, ellerini kirleten alt seviyelerden bir tip oluyor. Zıbartılmasının gerçek sebebi ise oğul Sam'ı tehdit etmesi. Peh!!

En son olarak kitabı okuyun derim. Muhtemelen benden çok zevk alırsınız ancak Pterry'nin şaheserleri arasında yer almayacak. Öte yandan, eğer birkaç genç insanı ırkçılığa karşı şekilde etkileyebilirse daha ne isteyeyim?

Hiç yorum yok: