Perşembe, Mart 22, 2012

Yeni Bir Dünya

Aynur Yalçınkaya'nın öyküsü, Yeni Bir Dünya;

Aylardan sonra nihayet uyanmıştı. Midesi bulanıyor, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Bu gezegenler arası yolculuklar tüm vücut sistemlerini bozuyordu. Bir asker ve aynı zamanda bir astronom olan Melisa ekibin öteki üyelerinin de uyanmış olduğunu gördü. Yüzlerindeki ifadeye bakılırsa onlar da aynı fiziksel rahatsızlıkları duyumsuyor olmalıydılar. Ahmet bir tarih bilimci ve antropologdu. Tarih okumanın yasaklandığı Büyük Dünya Savaşı ertesinden beri dünya tarihini çok az sayıda kişi biliyordu. Dünya Birliği senatosunun izniyle özel ve gizli bir eğitime tabi tutulan bu kişilerin öğrendiklerini özel durumlar dışında diğer insanlarla paylaşmaları yasaktı. Ken ise bir fizikçiydi. Üç kişiden oluşan bu ekibin görevi tüm özellikleriyle dünyaya çok benzediği 40 yıl kadar önce buraya varan dünyalı bir kaşif grubu tarafından rapor edilen Q257 gezegenini yeniden araştırmaktı.

Evrenin içinde seyahat eden dünyalı kaşif gruplar tarafından insanların yaşamasına elverişli olduğu iddia edilen şu an mevcut sekiz gezegen vardı. Kaşif grupların raporlarına göre bu gezegenlerden yalnızca ikisinde zeki yaşam mevcuttu. Biraz sonra ışınlanacakları gezegense rapor edilen gezegenler arasında insanların yaşamasına en elverişli olduğu düşünülendi. Yapılan tüm hesaplar buranın dünya ile eş koşullara sahip olduğunu gösteriyordu. Daha önce burayı inceleyen kaşif grup raporlarında buranın insanlığın yaşamını sürdürmesi için mükemmel bir yer olduğunu bildirmişti.

Dünya ve 100 yıl kadar önce keşfedilen dünya benzeri iki gezegen insan nüfusunu artık barındıramıyordu. Dünya Birliği’nin tüm popülasyonu azaltıcı tedbirlerine rağmen nüfus sürekli artıyordu. Tıp alanındaki ilerlemeler ortalama insan ömrünü 120’li yaşlara dayandırmıştı. Ayrıca erkeklerin de artık doğum yapabilmesi her ne kadar çocuk sayısı kısıtlansa da ayrı bir sorundu. Dünyada ve yerleşilen öteki iki gezegende genel bir mutsuzluk ve umutsuzluk hali hüküm sürmesine rağmen nedense insanların üreme istekleri azalmıyordu. Bilime karşı genel bir güvensizlik vardı. Bilim adamları bile artık evrenin anlaşılmasının mümkün olmadığına iyiden iyiye inanmıştı. Neyse ki ulaşılan tüm bilgiler işe yaramaz değildi. Fizikçiler birkaç yıl içinde geleceğe seyahat için kara delikleri kullanabileceklerini iddia ediyorlardı. Belirli mesafelere kadar ışınlanma yapılabiliyordu. İnsanlar öğrenmek istediklerini-yasak bilgiler olmaması kaydıyla- beyinlerine yerleştirilen bir çiple kolayca öğrenebiliyorlardı Yapay zeka programları neredeyse mükemmel çalışıyordu. Robotlar günlük yaşamın olmazsa olmazıydı. Melisa tüm bunlar acaba insanlığa ne kattı diye düşünmekten alamadı kendini. “Üç yüzyıl önce yaşayan insanlara göre daha mı huzurluyuz.”

Ahmet ve Ken’de ışınlanmaya hazırdılar artık.

Bu yeni dünya üzerinde de önceki raporda bildirilenlere bakılırsa insanlarla tamamen aynı genetik özelliklere sahip canlılar yaşıyordu. Melisa ve arkadaşları onları ürkütmemek için aralarında görünmez bir biçimde dolaşma kararı almışlardı. Gelmeden önce bu insanların dillerini belirli bir seviyeye kadar beyinlerine yerleştirilen çiplerle öğrenmişlerdi.

Işınlandıkları yer bir Pazar meydanıydı. Ahmet insanların kullandıkları araçlara bakılırsa Dünya’nın 14. yüzyılına benzer bir hayat yaşıyor olmaları gerektiğini söyledi. Herkesin güler yüzle ortalıkta dolanıyor olmasını ilk anda oldukça garipsediler. Onların dünyasında asık suratlı olmak bir erdemdi. Acaba bu kadar çok mutlu görünmelerinin nedeni ne olabilirdi?

Pazarın kenarında ak sakallı bir ihtiyar çocuklara bir şeyler anlatıyor, çocuklarsa söylenen tek bir kelimeyi kaçırmak istemeksizin pür dikkatle yaşlı adamı dinliyorlardı. Ahmet bunun bir masal olduğunu söyledi Ken ve Melisa’ya. Dünyada da bir zamanlar masallar anlatılır, hatta bunlar kitap denilen nesnelere basılarak çoğaltılır, böylece bu sözlü ifadelerin kalıcılığı ve diğer insanlara ulaşılabilirliği sağlanırmış. “Yani bizim eğitim çiplerimizin gördüğü işlevi görüyor olmalı değil mi kitaplar?” dedi Ken. Başını sallayarak karşılık verdi Ahmet. Yüzünde belli belirsiz bir huzursuzluk okunuyordu. Bu arada yaşlı adamın anlattıklarına kulak kabarttılar hep birlikte. “Evet” diyordu adam. “İnsanlar uzun kanatlarıyla Tenüs’e ulaşmışlar. Ama Tenüs öyle bir kor halindeymiş ki kanatları hemencecik tutuşuvermiş.” Çocuklar tam büyük bir üzüntüyle ah çekerlerken yaşlı bilge insanların tutuşan kanatlarının yerine yeniden parlak kanatların çıktığını ve eve geri dönerken bu kanatları kullandıklarını söyleyiverdi. Bunu duyan çocuklar mutluluk içinde cıvıldaşmaya başladılar.

Pazarın öteki yanında sarışın genç bir adam etrafına toplanmış insan kalabalığına kimi zaman yükselen kimi zaman alçalan sesiyle bir şeyler söylüyordu. Dinleyiciler büyülenmiş gibiydiler. “Bu da bir şiir” dedi Ahmet. Melisa şiirin son cümlelerini duyabilmişti.

“Ben tüm okyanusları aşacağım
Yalnızlığımla
Ve orada beni bekliyor olduğuna dair
Sarsılmaz inancımla.”

“Bizim dünyamızda da bir zamanlar şiir yazan ve okuyanlar vardı” diyerek sözlerini tamamladı Ahmet. Daha fazla bilgi vermekten özellikle kaçınıyor olmalıydı. Biraz daha ileriden gelen garip bir ses hepsinin içini daha önce hiç tatmadıkları bir duyguyla doldurdu. Bir kadın görebildikleri kadarıyla içi boş bir tahtanın üzerine bağlanmış metal tellere dokunarak daha önce hiç duymadıkları sesleri çıkartıyor, ara sıra da kendi sesiyle çıkan seslere eşlik ediyordu. Bunun ne olduğunu anlamıştı Melisa. Bu bir şarkı olmalıydı. Yüz yetmiş bir yaşına kadar yaşayan, her zaman kişiliğinin çılgın yönüyle öne çıkan büyükbabası ölmeden önce ona şarkılardan bahsetmişti biraz. Hatta bir tane mırıldanmıştı yasakları umursamadan.

Büyükbabası şarkısı bittikten sonra ona beş milyara yakın insanın öldüğü Büyük Dünya Savaşı sonrasında Dünya Birliği Senatosunun çok katı kararlar aldığından ve getirdiği birçok yasakla insanlığın geçmişle olan bağlarını neredeyse tamamen kopardığından da bahsetmişti. Kontrol edilemez hayal gücünün insanlığın en büyük düşmanı olduğuna karar verilmiş, bu nedenle hayal gücünü besleyen tüm edimler birer birer yasaklanmıştı. Her şey kontrol altında olmalıydı, her şey. Hatta insanların hayal kurmasını engellemek için çeşitli inhibitör kimyasallar bulunmuş ve bunlar içme sularının içine katılmıştı. Büyükbaba tüm bu anlattıklarını kimseye söylemeyeceğine dair yemin de ettirmeyi unutmamıştı küçük torununa. Artık kocaman bir kadın olan küçük torunu büyükbabasına verdiği sözü tutmuş bunca yıl anlattıklarından hiç kimseye bahsetmemişti.

Bir ay kadar görünmeksizin yaşadılar bu yeni dünyalılar arasında. Her yeni gördükleri onları iyice şaşırttı. Bu insanlar onlar gibi evlerine çekilerek münzevi hayatlar yaşamıyor, birbirleriyle konuşuyor, dertlerini paylaşıyor ve birbirlerini seviyorlardı. Birbirlerine dokunuyor, aşk yaparak ürüyor, tüm duygularını doyasıya yaşıyor en önemlisi de hayal güçlerini bir kuş gibi özgür bırakıyorlardı. Kendi yaşamlarının ne kadar da çekilmez olduğunun iyice ayırtına varmışlardı günden güne.

Bir gün masalcı ihtiyarın ve şiir okuyan gencin onların varlığını anlaşılmaz bir biçimde hissettiğini fark ettiler. Yaşlı adamın masallarında başka dünyalardan gelen ve kendi dünyalarına mutsuzluk ve umutsuzluk getiren canlılar doluşmaya başlamıştı birdenbire. Çocuklar eskisi gibi mutlulukla değil yarı korku yarı hüzünle dinliyorlardı yaşlı adamın anlattıklarını. Şairin şiirlerindeki umutsa keder ve karamsarlığa bırakmıştı yerini. Kendi dünyalarından taşıdıkları mutsuzluk ve huzursuzluklarını buradaki insanlara da bulaştırmayı başarmışlardı işte nasıl olduysa.

O gece Melisa Ken ve Ahmet hiç konuşmadılar birbirleriyle. Sanki aralarında konuşmaksızın bir fikir birliğine varmış gibiydiler. Ertesi gün Melisa dönüş yolculuk raporunu yazmaya başlamıştı bile.

“Yolculuk raporu. Yıl 2275/Temmuz 29: Kaşif grup X25’in bildirdiği gezegen Q257’ye Haziran’ın 25’inde vardık. Elde ettiğimiz bilimsel verileri değerlendirerek Q257’nin kısa bir süre önce büyük bir meteor çarpmasına maruz kaldığını fark ettik. İnsanların kolonileşmesi için artık elverişli koşullara sahip olmayan gezegen üzerinde en ufak bir yaşam işareti de bulunmamaktadır…”

Hiç yorum yok: