Edgar Rice Burroughs Tarzan'ın yazarı olarak tanınan Amerikalı yazar. Ancak en az Tarzan kadar önemli bir kitap serisi var ki o da Barsoom serisi olarak adlandırılan John Carter romanları. Burroughs bu seriyi tam 1912 yılında yazmaya başladı ki Mars'a gidip oralarda maceradan maceraya atılmak için bir hayli erken yıllar. Yazar tabi ki bir H.G. Wells değil ancak o yıllarda böylesi bir seri yazmak da önemli bir iş.
Yazarın etkilendiği yazarlar arasında H.G. Wells, Jules Verne ve Arthur Conan Doyle gibi isimler bulunuyor. Ancak Burroughs önemi biraz da etkili yazarları görünce anlaşılıyor. En başlıcaları Ray Bradbury, Arthur C. Clarke, Robert A. Heinlein, Robert E. Howard, Michael Moorcock, Carl Sagan ve tabi ki James Cameron.
Barsoom serisinin ilk kitabı A Princess of Mars'ın (Merak edenler Project Gutenberg'den indirip okuyabilirler.) film uyarlaması Disney'in elinden çok yakında beyaz perdede olacak . Film ilk on dakikası nedenini bilmediğim bir şekilde yayınlandı. Mars'ta geçen filmin dünya kısmının çoğunu izleyebiliyorsunuz.
Kitabı okumadım. Tarzan'ı da küçükken okurdum ama hiç bir zaman bir Conan ya da Atlantis gibi hastası olmadım. Bu nedenle çok fazla atıp tutmak istemiyorum. Ancak benim bu bu tavrımı benimsemeyen pek çok kişi var. Misal The Daily Beast sitesinden John Lee filmi yerden yere vurmuş. Avatar iştahı ile çekilen filmin, Avatar ile Clash of the Titans arasında bir yerde 250 Milyon Amerikan yeşilcik bir fiyasko ibaresi ile durduğunu düşünüyor. SF Signal'da yazan L.B. Gale ise aynı fikirde değil. Öncelikle o Avatar'ın yoğun olarak A Princess of Mars'tan etkilendiğini yazıyor ki kesinlikle doğru. Cameron'un hayranlığını herkes tarafından biliniyor. Ayrıca Gale Avatar ilk çıktığında benzer eleştirilere maruz kaldığını ve uzayda Dances with Wolves ya da Last Samurai kopyası şeklinde eleştirildiğini hatırlatarak meşhur "Homeros'tan beri yeni bir yazılmadı" yaklaşımının böylesi kullanılmaması gerektiğini anlatıyor.
Dediğim gibi John Carter ya da yazarını pek bilmem ancak tüm bu öykülerin beni rahatsız eden ortak bir teması var ki, beni gerçekten çook rahatsız ediyor. Tom Cruise'u sevmem. Last Samurai'da kendisi ve karakteri olmasa idi muhteşem bir film olabilirdi. Avatar da hoşlandığım bir film değil. Çok abartıldığını ve pek çok klasik bilim kurgu öyküsünün yamasından ibaret olduğunu düşünüyorum. Sakat Amerikalı/insan asker olmasa daha iyi bir öykü olurdu bana göre. Yani bütün bu öykülerde beni rahatsız eden Amerikalıların tek başlarına bir yerlere gidip oraları kurtarmaları. Her şeyleri çok iyi yapmaları. Şu on dakikalık kısa bölümde bile John Carter önce subayın ağzını burunu kırıyor ama sonra şeytani, baldırı çıplaklara karşı aynı subayı koruyor. İlk ateşi iyi niyetli askerler yanlışlıkla açmış da bunda ne var canım. Çocuk biraz heyecanlı idi. Küçük bir hata yaptı diye asmak mı lazım? Ve bu adam öykünün bir yerinde Mars'a gidip muhtemelen oradaki kol, bacak fazlası ile hayattan bezmiş aşağı yaşam türlerini kurtaracak. İşte beni rahatsız eden bu popülist yaklaşım. Kardeşim bir kez de insanlık yok olsun. Son anda kurtulmasın ya da gidip Amerikalıların her tarafa demokrasi getirmeleri gibi ötekilere ders üzerine ders vermesin. Kahramanlar her şeyi iyi yapmasınlar. Ya da her şeyi iyi yapanlar ötekiler olsun.
Filmin başarısını bilemiyorum. Batarsa Disney kaybedecek kazanırsa da Disney kazanacak. Benim cebine giren bir şey olmadığı gibi filmi de muhtemelen beğenmeyeceğim. Bu ahval ve şerait içerisinde derim ki yemişim Mars'ı.
5 yorum:
Dün girecektim az kalsın Oxford'da, hemde 3D haline, sonra amaaan sonra izlerim oldum. Üşengeçlik ve erteleme feci bir hastalık üstadım.
Bir de... Bu günlerde iyice başladı rahatsız etmeye (Andromeda izliyorum ufak ufak). Sağda solda dolaşıp kendine kötü gelen insanları sayısız bir miktarda öldüren "kahraman"lardan bana gına geldi. Hiç mi PTSD yaşamazlar, rüyalarına girmez "kaç canın kanına girdim" diye. 93'te arabayla giderken Ankara'da sokak aralarında arabamın önüne atlayan kediyi hala düşünüyorum ben, bu karakterler bu kadar mı manyak, psikopat. Ben o kediyi nasıl öldürdüm diye arada bir daralırken, bunalırken televizyonda önüne geleni iyi kötü sorgulamadan dan dun öldürüp sonra 'biz iyiyiz, onlar kötü' diye geyen karakterlere herhangi bir şekilde yakınlık hissedemiyorum. Böyle dertlere girmeden, kendisini ne olduğunu bilerek kabul edenleri anlayabiliyorum (Han Solo'dan tut, Zakalwe'ye, ordan da başka bir gemi kaptanı, Mal Reynolds'a mesela) ancak ben süper iyiyim, üç galaksiyi kurtaracağım diye fırlayan Andromeda'nın kaptanı olan Dylan Hunt ve tayfasına "hadi ordan sizi gidi faşist köpekler" diyemeden geçemiyorum....
Neyse... Gereksiz şeylere stres oluyorum galiba.
Kahraman protipi üzerinden şöyle bir mesaj veriliyor. Kötüler ölmeyi hakeder. İyilik, doğruluk için her yol mubahdır. Bir tane iyi kişi (tercihen insan, beyaz ve anglo-sakson) öldüğün zaman yas tutulur ve bu kişi yüz kötüye bedeildir.
Hadi leeeen!
erken konuşmuşsunuz.
gayet bombastik bir film yapmışlar.
60-70ler sci-fi çizgi romanlarını daha fazla okumalısınız bence.
denk gelemezseniz, 70-80ler metal hurlant ya da heavy metal çizgi roman dergileri de olur hani.
not: geç buldum sitenizi ne yapayım :)
Biz bu filmin podcastini da yaptiiik.
Yorum Gönder