Pazar, Şubat 19, 2012

Geçmiş de bir gün gelecek...




Counter-Clock World (C-CW), Londra’ya göçünün arifesinde bana pek muhterem üstad Bülent Somay’dan yadigâr kalmıştı (hacıladım demeyeyim). Giderayak PKD ile ilgili kısa bir sohbetin üzerine bu kitabı hararetle tavsiye etmişti kendisi, okumak henüz nasip oldu. Kitabın hakkını vermek adına hakkında birkaç satır kelam etmek de bu bağlamda şart oldu…
Gerçekten de PKD’nin eserlerinin özellikle Metis ve Altıkırkbeş yayınları tarafından birbiri ardına dilimize çevrildiği furya içinde C-CW’un nasıl atlandığını anlamak güç. Gerçi Altıkırkbeş söz konusu olduğunda bu, katliamdan kurtulmuş bir PKD eseri daha anlamına geliyor (Altıkırkbeş Yayınlarının neden olduğu çeviri katliamları başlıbaşına bir yazı konusu).

Konuya kısaca değinirsek; 1986 yılındaki yakın gelecekte (sorun kitabı 1967’de yazan PKD’de değil, bilimkurguda geçmesi gereken yılları yerinde sayarak tüketen bizlerde), bilinmeyen bir nedenle zaman birden geriye doğru akmaya başlamıştır. Hobart Phase diye adlandırılan bu dönemde, ölüler öldükleri gün itibariyle geri canlanmakta, canlılar da yaşlanmak yerine gençleşmektedir. Bebekliğe kadar gençleşen insanlar da ana rahmine geri dönmektedirler. Önce ve sonranın yer değiştirdiği bu durum haliyle yeni bir yaşam düzenini beraberinde getirir: Örneğin kütüphaneler sadece kitap barındırmakla kalmayıp “yazılmama” günü gelen kitapları imha etmekle de görevlidir. “Eceli giden” insanları mezardan kurtarıp uygun biçimde hayata dönmelerini sağlayan bir tür canlandırma sektörü de yaygınlaşmıştır. Adına vitarium denen canlandırma şirketleri mezarları tek tek dolaşmakta ve hayata dönen ölüleri tabutlarından çıkarıp ücret mukabili yakınlarına teslim etmektedirler.

Hikâyemiz de bir vitariumda başlıyor. 1998 yılında bir gün Sebastian Hermes’in sahip olduğu vitarium şirketi, Amerikan ulusunun bir kısmı tarafından hayli önemsenen ölmüş ruhani bir liderin mezarını bulur. Anarch Peak takma adını taşıyan bu gizemli dini lider hem müritleri, hem de onu ortadan kaldırmak isteyen birtakım güçler için hayati önemdedir çünkü kendisi, geçmişe yürüyen zamanda Amerika’nın kurulu düzenini tehdit edecek bir öğretinin mesihi olacaktır. Hal böyle olunca, Anarch’ı en yüksek fiyata satmayı amaçlayan Hermes ve dirilen Anarch’ı korumayı görev edinen bir polis memuru kendilerini karmaşık ulusal bir komplonun ortasında bulurlar.

Başta söylemek gerekir ki, C-CW PKD bibliyografyası içinde çok ayrıksı bir yere oturmuyor. Çoğu PKD romanında tekrarlanan temalar C-CW’de de mevcut: kahramanlık vasfı olmayan sıradan insanların devlet güdümlü büyük bir komplonun içine düşmesi, karakterlerin paranoyaları ve birbirlerine karşı güvensizlikleri, aksak ilerleyen ve muhtemelen sonuca ulaşmayan aşk ilişkileri vs. bunlar okuduğumuz PKD eserlerinin çoğunda ortak olan, görmeye alıştığımız konular. Yani C-CW’de sadık bir PKD okurunu ters köşeye yatıracak bir unsur yok, ama C-CW, PKD’nin bilindik karasularında yaratıcı, sürükleyici, mizahi ve yine cin fikirlerle dolu bir gezinti vaat ediyor. Birkaç örnek: Hobart Phase’de sigara, dışarıdaki duman içine çekilerek ve temiz hava üflenerek içiliyor! İnsanlar “goodbye” diye selamlaşıp “hello” diye vedalaşıyor. Kadınlar doğumdan hemen sonra hamile kalıyor ve döngüyü tamamlamak için dokuz ay sonra bir erkek bulup yatıyorlar. Çocuk yaştaki suikastçılar yetişkin meslektaşlarından daha deneyimli oldukları için daha tehlikeliler. Bir de yemek yeme ve dışkılama döngüsü ilginç bir biçimde yer değiştirmiş, toplum içinde yemek konuşmak ayıp sayılıyor ama dışkılamaya karşılık gelen bir aktivite (doğru anladıysam kitapta buna sogum tüketmek deniyor) gayet aleni –hatta bazen romantik- bir biçimde ifa ediliyor! Ama bence en ilginç ayrıntı, kendinden çok daha genç bir kadınla evli olan Sebastian Hermes’in, giderek gençleşen karısı 16 yaşından “gün verdiğinde” ilişkilerinin ne olacağına ilişkin kaygılanmasıydı…

Bunlar romandan akılda kalan ilginç bazı detaylar, ancak romanın içerdiği politik ve teolojik tartışmalar gayet ciddi ve kafa yoran cinsten. Öncelikle bu kurgu-dünyada ABD zencilere ve beyazlara ait olmak üzere ikiye bölünmüş durumda. Beyazlar WUS (White United States) ülkesinde yaşıyor. FNM (Free Negro Municipality) ise devasa bir zenci eyaleti ve beyazlarla savaşarak bağımsızlığını kazanmış. Bu Anarch Peak adlı kişi FNM’nin ruhani lideri ve duruşu itibariyle şaşırtıcı derecede Malcolm X ile benzeşiyor; ancak “Udi” denen bu din Müslümanlıktan çok Rastafari hareketini anımsatıyor (Anarch ismine dikkat). “Udi” hareketinin bir ulusal güvenlik sorunu gibi algılanıp özellikle Vatikan (kitapta Roma Konseyi olarak geçiyor) tarafından bir tehdit olarak görülmesi doğrudan McCarthy dönemini akla getiriyor. Anarch’ın ölüsünün ve dirisinin peşindeki bu farklı gruptan düşmanlarla zenginleşen hikâye, politik bir aksiyon şeklinde ilerliyor.

Sonuç olarak C-CW, PKD külliyatının aşk ve aksiyon dozu yüksek, görece “pulp” romanlarından biri sayılsa da bence zengin olay evreni ve içerdiği özgün fikirlerle en okumaya değer PKD eserleri arasında. Bunu PKD severlere iletmek boynumuzun borcudur, C-CW’nin özenli bir çeviri ile en kısa zamanda Türkçe literatüre katılması da kapanış öncesi dilek ve temennimiz.

Hiç yorum yok: