Pazartesi, Ekim 30, 2006

Askerlere Yüzük

Mert dedi ki:

Üç Yüzük, Garnizon dışında gökyüzü altında yaşayan hür insanlara,
Yedi Yüzük, Garnizon altında yaşayan tertip lordlarına,
Dokuz Yüzük, güç peşinde koşmaya lanetlenmiş soylulara,
Bir Yüzük, yıldızlı tahtında oturan kurmayların başına;
Angara denen kara iklimli diyarda.
Bir Yüzük hepsine hükmetmeye, Bir Yüzük diğerlerini toplamaya,
Bir Yüzük hepsini birleştirmeye Genelkurmay denen koca kurulda
Angara denen kara iklimli diyarda.

Cuma, Ekim 27, 2006

Film: Children of Men

Geçen gün zaman buldum "Children of Men" filmini sinemada seyrettim.

İngiliz BK yaklaşımına sahip bir film olması dikkatimi çekti. Bildiğimiz gerçekten yalnızca bir ya da iki ayrıntıyı değiştirip bunun üzerine kalanları odaklıyor. Burada değişen unsur son yirmi yıldır hiç çocuk doğmamış olması. Olaylar bu konu üzerinden alıp gidiyor.

Sade bir film. Şatafatlı sahneler yok, yalın ama etkileyici sahneler var. Büyük, sıradışı, kendini çok aşan kahramanlıklar filmlerden bildiğimiz şekliyle değil günlük hayatta olacak şekliyle anlatılıyor. Kısacası filmin gücü iyi bir BK kurgusunda ve yalınlığında.

Bunun dışında oynadığı her role yakışan Michael Caine amcayı seyretmek gayet keyifli. Clive Owen'ın oyunculuk gücünü buradan pek anlamadım, fena değildi sanırım, ama o adamı Sin City'deki rolüyle daha çok beğenmiştim. Julian Moore ise her zamanki gibi; tüm donukluğuna karşın filmdeki kısa rolüyle bile akılda kalıyor.

Seyredilesi bir film. Hatta son sahne beni oldukça etkiledi. Neden bilmiyorum, ama etkilendim. Anlatmıycam tabii ki :)

Cumartesi, Ekim 21, 2006

Italyan bilim kurgu magazini kapaklari...

BoingBoing linklemis.

Simdi tabi sadece bunu linkleyip birakmak olmaz, birileri de eski Turk bilim kurgu magazinlerini boyle tarasa da baksak. Bende bir miktar Atilgan vardi ama haliyle artik yok. Ondan oncesi de guzel olurdu acikcasi.

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Yorum-i Kitap(?): Thud

Kitap Yorumu Yorum-i Kitap mi olurdu, her ne haltsaaaaa....

Mood: Harbi depressed
Music: The Glass Prison by Dream Theater

Pterry'den ingiltere'deki toplumlararasi sorunlar uzerine yazilmis bir kitap. Dwarf-Troll milleti birbiriyle anlasamazken iki arada kalan Vimes ve tayfasi nasil Ankh-Morphok'ta savasi engeller filan falan. Okunmasa da olur. Acikcasi Nightwatch'dan beri adam gibi bir romanini goremedik bu Pterry'nin.

Yeni bi vampir karakter katiliyor, ne kadar dayanir veya ne kadar onemli bilinmez ama neredeyse Ankh-Morphok'ta tanimadigimiz adam kalmadigi icin acikcasi insanlari artik takip etmek mumkun degil.

Bence Pterry'nin bu donemi birakip tarihte yeni bir dilime gecmesinde yarar var (mesela Cadi kitaplari Ankh-Morphok hikayeleriyle tam da ayni zamanda degil, en azindan bi kismi. Cogu Buyucu hikayeleri de oyle, en azindan erken yazilmis olanlar, son yazilmis olanlar ayni tarihceye oturtulmus durumda. Small Gods mesela kabaca birkac bin yil once geciyor digerleriyle karsilastirildiginda ama tek basina degerli bir tas gibi parildiyor.

Thud acikcasi bence zayif bir kitap, en azindan harbi iyi Pterry kitaplariyla karsilastirildiginda. Pterry hastalari zevkle okuyabilir ama acikcasi 20 sene boyunca cikmis butun Pterry'leri okuduysan (ki ben okudum), acikcasi cok bir sey birakmayabilir hafizada hatirlanacak. Bazi kitaplardaki geyikleri iki satir insanlara soyledigimde hatirlarlar ama bu kitap o sekilde hatirlanacak bir seye ne yazik ki sahip degil.

Kisacasi: okunmasa da olur.

Salı, Ekim 17, 2006

Kitab-ı Müdergan

Kudema vardı, Kudema var ve Kudema var olacak. Bizim bildiğimiz boyutlarda değil, ama onlar arasında olacak. Görünmez, yüce, üstün ve boyutsuz olarak dolaşırlar. Yog-Sothoth ma’beri bilir. Yog-Sothoth ma’berin kendisidir. Yog-Sothoth ma’berin anahtarı ve gardiyanıdır. Geçmiş, elhal ve gelecek Yog-Sothoth’da birdir. Kudemanın eskiyi nerede aştığını ve halen nerede kat ettiğini ve neden hiç kimsenin kat etmesini engelleyemeyeceğini bilir.


İbn-i Kalik “El Azif” alıntısı. (Hicri 553)


Kadim çağlardan bu yana, insanoğlu çok çeşitli medeniyetler kurup, pek çoğunu da yıkmıştır. Eski yazıtlarda ve söylencelerde Atlantis, onun kolonisi Mu, Hiberborya ve daha nicelerinin bahsi geçer. Ancak bütün bu kadim uygarlıklardan daha eski bir söylence vardır ki, tek başına bütün insanoğlunun yazgısını mühürleyecek kadar kudretli ve tehlikelidir. İnsanlığın doğuşundan, bilinen tarihten yüzyıllar önce, yaşadığımız yerküre bilinenden çok farklı bir diyar iken insan zihninin alamayacağı kadar kudretli ve dehşetengiz mahlûklar yerküreye ve hatta zamanın kendisine hükmettiler. Bugün bile tarifi mümkün olmayan kötülüklerinin silik izlerini görmek mümkündür. Yetersiz insan bilincinin almayı kabul etmediği Kudema, her çeşit kötülükleri barındıran bir cellât olarak halen hapis olduğu evinden bize uzanıyor. Bu benim sonumun hikayesidir.

Her İstanbul ziyaretimde uğradığım sahaflara bir kez daha uğradım. Yıllanmış sahaflar çarşısına her gittiğimde, belli başlı birkaç dükkan hariç, sahafları taşınmış, yeni açılmış ya da kapanmış bulurdum. Bu sefer de farklı olmadı. Tek fark çarşının en sonunda el yazması neşriyat satan isimsiz sahaf idi. O güne kadar sahaf hiçbir zaman açık olmamıştı. O gün ise ufacık vitrinindeki sararmış kitapların arasından davetkar bir ışık sızmaktaydı. Hiç düşünmeden iştahımı kabartan gizemli dükkana girdim.

Dar bir dükkanın içerisinde, eğri büğrü tutturulmuş raflara gelişi güzel istiflenmiş sayısız kitap vardı. Birçoğunun sırtı yıllara yenikti. Fasikülleri tutan örselenmiş, sararmış bir karton kapaklar deryası her tarafımı sarıyordu. İri parçalar halinde boya ve cilanın eksik olduğu ahşap bir masa vardı dükkanın ucunda. Masayı siper ederek arkasındaki tabureye tünemiş olan yaşlı adam zahmet edip dükkandan içeri girdiğimde bana bakmadı bile. Belki benim rafları işgal eden kitaplara karşı olan karşı konulmaz iştah ve merakımın farkına vardığı için. Belki de sonumu belirleyecek o hatayı yapmamı engellemek için sustu. Ben ise beni bekleyen o korkunç kaderden bihaber, uzun süredir aramakta olduğum kitapların sayfalarına binmiş, hayal dünyamda yeni bulduğum uçan halım ile uçup durdum. Bulutların üzerinden beni yaşlı sahafın çatlak öksürük sesi aldı. Önümde yatan kitaplardan kendimi kurtararak bir iki elyazması kitap ve risale sordum. Hepsi vardı. Hemen hepsi uzun zamandır aradığım, isimlerine ancak eski batıni kaynaklarda ulaşabildiğim kitaplardı. Fiyatlarını sordum. Fiyatlardan bahsetmek onu garip bir şekilde keyiflendirdi. İyice uzamış, uçlarını burduğu beyaz bıyığı altından güldü. Bıyıkları ile bir örnek beyazlamış keçi sakallarını ovuşturarak beni uzun bir süre tarttı. Yüzündeki kayıtsız ifadenin yerini alan gülümse ile “Gönlünden ne koparsa” dedi.

Bahsettiğimiz kitaplar belki dünya üzerinde üç beş kopyadan başka bulunmayan, ancak aslına bağlı kaldığı şüpheli olan alıntıları bulunan, tarihinin gizli kalmış karanlık köşelerine ışık tutan paha biçilmez kaynaklardı. Yine de ihtiyarın bu kitaplara davranışında bir gariplik vardı. Raflardan alırken, sayfalarını çevirirken kitaplar, sanki onun için ucuz birer gazete parçasından ibaretti. İhtiyar gözümün içine bakarken elindeki on altıncı yüzyıldan kalma el yazmasını, adeta rakı saran bakkal kayıtsızlığı ile sarıp, raflardan birine tıkıştırdı. Ben ise cüzdanımı ve ceplerimi kontrol ederek, mümkün olan bütün nakit parayı toparladım. Bankadan para çekip gelmeye cesaret edemedim. Döndüğümde dükkanı sonsuza kadar kapalı bulacağımdan emindim. O akşam bütün nakit param ile alabildiğim kadar el yazması kitap satın aldım.

O andan sonra ne olduysa oldu. Otelime döndüğümde içim içime sığmıyordu. Yıllardır sadece bahsini duyduğum risalelerin birçoğu artık benimdi. İçimde giderek kabaran bir merak ve iştahla risaleleri okudum. Osmanlıca metinleri deşifre etmek için uykusuz geceler boyu okudum. İstanbul’daki iş toplantımı kaçırmam şirket tarafından hoş karşılanmadı. Patrondan bir araba dolusu azar işitip Ankara’ya döndüm. Bulduğum hazineden sonra gözüm hiçbir şey görmez oldu. Tanıdık bir doktordan aldığım prostat ameliyatı raporuna itibar etmeyen patronum beni süresiz izine gönderdi. Eşim ise benzer bir tepki göstererek annesinin yanına taşındı ve o da süresiz izin aldı. Kedim bile temizlenmeyen kumları, susuz ve mamasız kapları protesto etmek için evden kaçtı.

Bu sırada beni en çok sarsan ise “Kitab-ı Müdergan” adındaki el yazması oldu. Lovecraft’ın betimlediği birçok konu bu nadide kitapta vardı. Bir şekilde Ktulhu Döngüsünü doğrulamaktaydı. Üstelik kitap Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a davet ettiği ilim adamları arasında bulunan bir Sefarat olup, Müslümanlığı kabul ettikten sonra Batıni Cevat Efendi adını alan bir zat tarafından fetihten bir kaç yıl sonra yazılmıştı. Lovecraft’tan yıllar önce.

Elimdeki bütün yazmaları ve kitapları bırakıp bütün vaktimi Kitab-ı Müdergan’a verdim. Ktulhu Döngüsü ile olan müthiş benzerlik beni dehşete düşürdü. Kudemanın varlığını bu kadar açık anlatan bir başka batıni eser yoktu. Anlatılanların gerçek hayatta, günümüze kadar uzanan kanıtlarını buldukça Büyük Ktulhu’ya daha çok yaklaştım. Ben Ona yaklaştıkça, O da bana yaklaştı. Çeviri yapmaktan ve çalışmaktan kısalan uyku saatlerim giderek suların altındaki, herkesten gizli batık şehir Rlyeh’ten bana doğru uzanan betimlenemez kötülüğün hükmüne girdi. Benliğimi ezen kabuslar her gece acımasızca saldırdı. Zayıf insan bilincim, kaldırması mümkün olmayan dehşetler arasında kıvranmaya başladı. Bir süre sonra gecelere hakim olan Yüce Ktulhu gündüze de uzandı. Ara sıra gördüğüm imgelemler, zamanla gittiğim her yerde beni kovalamaya başladı. Sokaklarda dolaşırken gerçeklerden habersiz dolaşan insanları görmek beni daha da çıldırttı. Olmayan geleceğimizden bahsederek, bir kurtuluşları varmış gibi hayaller kurmalarına dayanamadım.

Sonunda sözde gerçeklik ile bağlarım tamamen koptu. Beni sokaklarda haykırırken yakaladılar. Ancak beni uçurumun kenarına getiren Rlyeh’in sözde hükümdarı ve Onun yardakçıları olmadı. Ruh halimden yataklara düşen biricik annemin bana gönderdiği bir gazete parçası oldu. Haber basit, İstanbul’da her gün rastlanabilinecek bir dolandırıcılık vakası hakkında idi. İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünden, kopya çekmekten atılan Cevat B. adlı bir öğrenci çetenin elebaşı olarak hazırladığı sahte el yazmalarını fahiş fiyatlara satarken, dayısı ile işlettikleri kitapçıda polis tarafından tutuklanmıştı.

Şerr-ü Fesad Risalesi

Sultanlar Sultanı, Cenab-ı Hakk'ın yeryüzündeki halifesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve vilayet-i Zulkadriyyenin ve Diyarbekir ve Kürdistan ve Azerbeycan’ın ve Şam’ın ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen diyar-i Arab’ın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin, şemşir-i nigarı ile feth eyleceği daha nice diyarın sultanı ve padişahı, Sultanu’l Guzat Osman Han torunu, Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ın pek muhterem, hidayet-eda Şeyhülislamı Ebu Suud Efendi Hazretlerinin Şerr ü Fesad Risalesi olduğunu beyan eder.

Ey müminler, ilk beşer ve ilk peygamber Hz.Adem efendimizin ve muhterem zevcesinin oğullarından Kabil ve Habil arasında meşum bir katl vakası vuku bulmuştur. Böylesi iğrenç ve elim cinayet, ne yazık ki Hakk katından kovulan bir melek vasıtası ile gerçekleşmiştir. Adem oğullarının kendisinden üstün tutulması ve Hz.Adem'in önünde secde etmesi emredilen Şeytan, Azazil, Ebu-l Mireh, Hasm-ı Ekber, Kuzah gibi isimlerle de anılan adlı bu melek "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükseğim" diye kibirlenmiştir. Kibiri sonucunda Cenab-ı Hakk katından kovulmuş, sonrasında Adem oğullarına karşı kıskançlığı ve nefreti bir kat daha artmıştır. İblis önce Hz.Adem'i kandırarak cennetten kovdurtmuş, sonra da oğlu Kabil'in kanına girerek, kimine göre açgözlülük ve hırs, kimine göre şehvet ve kin nedeni ile, öz be öz kardeşi Habil'i katletmesine neden olmuştur. Bu işlediği büyük günahın neticesinde Cenab-ı Hakk Kabil’î yeryüzünde cehennem azabı ile cezalandırarak, ruhunu mahşerde yapılacak büyük tahasübe kadar ölü bedeninde hapsetmiştir. O gün gelinceye kadar kardeş katili Kabil, artık yaşamayan bedende, ruhu iki dünya arasında kalmış bir vaziyette, işlediği günah her daim gözünün önünde, Rabb’ın nurundan yoksun dolaşacaktır. Halen de dolaşmaktadır. Yaptığı bin bir şer ve günahtan en ufak bir rahatsızlık, utanma, sıkılma duymayan, vicdan yoksunu ifrit bir kez daha Kabil'in kanına girmiş, işlettiği feci günahı hiçe sayarak, yeni günahlar işlemesine vesile olmuştur. İşte bu korkunç günahlar sonucudur ki Hun-Aşam denilen, ecnebi küffar illerinde "vampir" olarak adlandırdıkları afarit sürüsü vücuda gelmiştir. Adem oğullarına sonsuz bir nefret duyan ve kanlarına, etlerine karşı dayanılmaz bir açlık içerisindeki bu iblis tohumları Cenab- Hakk'în gazabından korkarak gecelerin karanlığına bürünmüş, yer altındaki inlerinde en aşağılık bir hayvan, adeta bir asalak gibi mevcudiyetlerini devam ettirmektedirler. Mevcudiyetlerinin yegane sebebi olan, ateşten doğma, küfr-i cuhudi Azazil'in tohumları yüce Rabb'ın bir inayeti sonucu olacak ki, gerçek doğaları olan ateşten, Rahman-ür-Rahim'in nuru olan güneşten ve iman ile inancın temel mihrabı olan besmeleden kaçmaktadır. İşte bu efarit taifesi iman karşısında, besmeleyi işitince büzülerek sinmekte, kaçmakta ancak gaflet karşısında tekrar müminlere musallat olmaktadırlar. İşte böylesi hile ve desiseler ile iştigal eden kan içicilerden korunmak için öncelikle imanımızın tam olması, Peygamber Efendimizin sünnetlerini usulünce uygulamamız gerekmektedir. Desais-i Şeytaniyyelerden kaçınmak, Habail-üs Şeytanın en büyüklerinden olan kadınlardan, haramdan uzak durarak ancak helala uçkur çözmek esastır. Ey Müminler, Allah'ın ve Peygamber Efendimizin öğretilerinden şaşmadan, ahrete giden bu dikenli fakat nur ile aydınlatılmış yolda, ancak imanımız sayesinde bize bahşedilecek olan Riyaz-ı Cennet ulaşabiliriz.

Rebiül-Evvel, Hicri 941

Şehr-i İstanbul

Cryptonomicon - Neal Stephenson

Mert bu gun dedi ki:

Eralp'in vermiş olduğu talimat ile en son okumuş ve en sonunda bitirmiş olduğum tuğladan hallice kitap hakkında bir şeyler karalayayım dedim. Neal Stephenson'un okuduğum ikinci kitabı Cryptonomicon'u geçen hafta sonunda bitti. Sonunda diyorum kitap 1168 sayfa. Ufak bir sipariş anlaşmazlığından dolayı boyutları ve içeriği hakkında bir şeyler okumadan sipariş ettim kitabı. Stephenson'un okuduğum ilk kitabı "Snow Crash" için beni yorsa da, pek lezzetli bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Bu kitaptaki cyber-punk ögelerden yola çıkarak ve Cryptonomicon'un da benzer bir içeriğe sahip olduğunu düşünerek ("nomicon" ile bitiyor kesin sağlamdır gibi yanlış bir mantık ile) kitabı gözüm kapalı aldım. İçindeki bilgisayar yazılımları ve ağ sistemlerini saymazsak kitap bilim kurgu ile uzaktan yakından alaklı değil.

Kitabın içeriğine gelirsek, günümüzde ve 2. Dünya Savaşının son dönemlerinde geçen ayrı tarihsel bölümleri var. Kitapta dünya savaşı öncesinde başlayan ve savaş sırasında iyice yoğunlaşan "Şifreleme Bilimi" ya da "Şifreleme Savaşı" (yanlış ya da eksik bir tanımlama olabilir) hakkında bölümler ve hatta matematiksel formülleri var. Müttefiklerin nasıl Alman ve Japon (kitapta hoşuma giden bir şekilde Japan yerine Nippon kullanılmış) şifrelerini birer birer ve çatır çatır kırdıkları arka planda anlatılıyor. Esas olarak kitabın sonunda birbirleri ile ilişkilendirilen üç karakterin yaptıkları üzerine kurulmuş kitap. Üç ana karakterin yanında çok sayıda karakter hakkında da bölümler var. Belli bölümlerin biraz gereksiz ve uzun olduğunu düşünmekteyim. Örnek vermek gerekirse, (sanırım yazmamda bir sakınca yok) uzunca bir bölümde hikayenin gidişatı üzerinde bir etkisi olmayan bir karakterin karısı ve diğer kadınlar üzerine olan zararsız cinsel fantezileri günlüğünden aktarılmış.

"Snow Crash"de de yaşadığım gibi, kitabın sonuna doğru bekletiler artıyor. Kitabın sonuç bölümü ise içerik kadar kuvvetli gelmedi bana. Yine de içerik tatmin edici. Uzun soluklu bir okumadan sıkılmayacak kadar vaktiniz var ve şifreleme ile de ilgileniyorsanız okumanızda fayda olan bir kitap. Ayrıca kitapda bulunan esrarengiz karakter "Encoh Root" un değişik yüzyıllardaki maceralarından dem vurduğu "The Baroque Cycle" adlı üçlemesi de mevcut. Sayfa sayılarını gördükten sonra açıkçası yemedi almak.

Çok yaşa Diskordia, Yok yaşa Tanrıça

Yeni blogumuz dünya kaosuna hayırlı ve uğurlu olsun. Çok yaşa Eris !

Hitit Gunesi Sonsuza kadar Ayaklanmaya karsi savasacak!

Imparatorum! Onunuzde saygiyla egiliyorum!