Yağmur yağıyordu. Suri denen gezegenin yüzeyinde yağmur bitmek tükenmek bilmeden yağıyordu.
Kaskına çarpıyor, her damla çarptığı yere sümük gibi yapışıyordu. Aşağıda gördüklerinden sonra onları kaskından temizlemek için durmaya niyeti yoktu. Attığı her adım daha yukarı bastığı sürece arkasına bile bakmadan yokuş yukarı yaptığı bu yarışı sürdürecekti. Zaten bu yağmurda baksa da bir şey göremezdi.
Önünü görme ihtiyacı peşindekilerin ona yetişecekleri ve geldiklerini göremeyeceği korkusuyla da birleşince geldiği ilk uygun yerde durdu. Kaskını yeşil sarı sümüklerden temizledi. Arkasına baktı. Peşinden gelen yoktu. Yeniden yukarı koşmaya başladı.
Nefesi daralınca durdu. Arkasında kimseyi görmeyince kendine çevreye farklı bir gözle bakma izni verdi. Alabildiğine gri kayalık bir yamaçtaydı. Ufku aradı ama kül rengi bulutlarla yerin kesiştiği çizgiyi göremedi. Bulutlar tuhaf, yapış yapış yüklerini bıkıp usanmadan bu taş yüzeye bırakıyorlardı.
Sümük yağmuru taşlara yapışmıyor, aralarından sızıp iniyordu. Damlaların kayaların arasından sperm gibi kayıp gitmelerine tiksinerek baktı. Neden hayret ediyordu ki? Giysisinde en ufak bir delik bulsalardı bu ucube sağanak onu da dölleyecekti. Davul gibi şişecek, o kabusun her anını tüm acısı ve iğrençliğiyle yaşayacaktı.
Gözünün önüne ekip şefi geldi. Öğürdü, bir miktar safra ağzına geldi. Geri yutmaya çalıştı ama başaramadı ve ağzındakileri kaskın içine bıraktı. Dışarıda sümük içerde kusmuk ağlamaklı oldu ve tekrar yukarı koşmaya başladı.
Gezegenin jeolojik haritasını yörüngeden çıkardıktan sonra bir süre de bu bir türlü dinmek bilmeyen yağmuru incelemeye almışlardı. Bir kaç kilometre kalınlığındaki yoğun bulutlar yörüngede bulundukları süre boyunca hiç açılmamışlardı ve yağmur sürekli yağmıştı. Bulutları ve yağmuru incelediklerinde, damlaların organik olabileceklerine dair bulgular elde etmişlerdi. İnsanoğlunun uzayda geçirdiği bunca zamandan sonra ilk kez yeni bir canlı keşfediliyor olacaktı. Heyecanlanan araştırmacılar yüzeye bir ekip gönderip örnek almaya karar vermişlerdi.
Ancak iniş sırasında mekik kaza geçirmişti. Kazada giysisi yırtılan ekip şefi yağmurun altına çıkar çıkmaz şişmeye başlamıştı. İçten içe çürüyor çürüdükçe şişiyor gibiydi. Hiçbir şey yapamamış öylece bakakalmışlardı. Bir de sanki çürümenin leş kokusu bu koyu yağmurun altında bile keskinliğini korumuş gibi o yaratıklar çıkagelmişlerdi. Hiçbirini umursamadan ekip şefini yemeğe koyulmuşlardı. Bunu görünce donup kalmadan kaçmayı akıl eden bir tek kendisiydi. Ekibin kalan iki üyesinin nasıl şiştiklerini ve ucubelere yem olduklarını görmemişti.
Yüzeye inmeden önce Kaptan onlara bir kaza olduğu ve haberleşemedikleri durumda iki saat sonra onlara bir kurtarma mekiği göndereceğini söylemiş ve koordinatları bildirmişti. Tırmandığı yamacın tepesine vardığında Kaptanın sözleştikleri gibi bir mekiği onları alması için yörüngeden gönderdiğini gördü. Sevineceğini sandı ama düştüğü dehşet onu bir iğneli fıçı gibi sarmıştı. Ne yapsa ne etse silkinemiyordu.
Arkasına baktı. Gördükleriyle omuriliği titredi. Geliyorlardı. Onu da istiyorlardı. Bütün ekibi bu yağan iğrenç sümük altında dölleyip şişirdikleri, üstüne de posalarını yedikleri yetmezmiş gibi bir de onun peşindeydiler. Mekiğin pilotuna motorları çalıştırmasını haykırarak koşmaya başladı. Telsizinin bozulduğundan haberi yoktu.
Mekiğe vardığında kapıyı açtı. İçeride onu şişmiş bir pilotla, pilotun bacaklarını afiyetle kemiren üç iblis bekliyordu. Acı sonunu kabullenir gibi olduğu bir an, iblis kelimesini evrenin özgün bir varlığı için kullanmanın bir bilim adamına yakışmadığını düşündü. Yaratılışın özünde var olup ancak binyıllarla yontularak geriye itilen ilkel bir sezginin yüzeye vurması gibiydi.
İblisler pörtlek gözlerini açmış, köpek ağzına benzeyen ağızlarından salya, kan ve et parçaları sarkarken ona doğru davrandılar. Dehşetin elleri boğazına, kollarına yapıştılar. Bilinmeyen gezegenlerin ağır şartlarına dayansın diye yapılmış giysisini diş ve tırnaklarıyla şehvetle paraladılar.
Onu mekiğin kapısından dışarı itmeye çalışan iblislerin onunla konuştuklarını, kulağına bir kaç kelime fısıldadıklarını sandı. Son yolculuğuna uğurlanan birinin duyması gereken giderayak inanç pekiştirici, huzur verici sözler değillerdi. Azapla fısıldıyorlardı, "Cthulhu ftagn".
Gırtlağını söken çığlığı Suri'nin şaplayan yağmurunda onunla birlikte sonsuza dek silindi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder