Perşembe, Ekim 09, 2008

Bilim Kurgu ve Kadın

Yazan: Çok Düşünen Kadın

Bir zamanlar tanrıça seviyesine yükseltilecek kadar kutsal statüsünü1 erkek-egemen sistem içinde yitirmiş olan kadının, yaratıcı alanda “eşitlikçi tanrıça” farklılığını göstermesi kaçınılmazdır. Bu nedenle anaerkil yapının uzun zaman önce yeryüzünden silinmiş izlerini kadın yazarların ütopyalarında, distopyalarında, bilimkurgularında ya da masallarında bulmak mümkündür. Bu kadın yazarlara örnek olarak Ursula Le Guin, Marge Piercy ve Angela Carter’ı sayabiliriz. Le Guin daha ziyade işin bilimkurgu kısmıyla haşır neşirken, Piercy ve Carter’da fantezi boyutu ağır basmaktadır. Bunun nedeni Piercy ve özellikle Carter’ın daha sembolik ve daha ironik bir anlatımı tercih etmeleri olabilir. Hangi kategoriye girerse girsin, bu üç yazarın eserlerinde bir ortak nokta mevcuttur: hiyerarşik düzene temel olan zıt ikiliklerin yok edilmesiyle, var olan sistemin yapı bozuma uğratılması.

LeGuin Mülksüzler’deki biseksüellik konusunu Karanlığın Sol Eli’nde bir adım -hatta birkaç adım- öteye götürerek biseksüel karakterlerini cinsiyetsizleştirmiştir. Kadının yumurtlama döngüsüyle paralellik gösterir bir biçimde Kış gezegeni sakinleri ayda bir kez erkek ya da kadın cinsine dönüşüp çiftleşmektedir. Enteresan olan, ayın yirmi küsur gününü cinsiyetsiz olarak yaşayan bu insanların toplumun bütün yapılarını çiftleşme dönemlerini esas alarak oluşturmalarıdır. İçinde yaşadığımız “gerçek” dünya ile kıyaslayacak olursak: bizler bütün kurallarımızı ve toplumsal yapılarımızı cinselliğin bastırılması üzerine kurduğumuz halde tecavüz, şiddet, cinsel taciz olaylarının ardı arkası kesilmezken; elin Gethen’lisi bütün hayatını birkaç günlük cinsellik üzerine kurduğu halde dünyasında ne tecavüz, ne savaş ne de bunları ifade etmeye yarayacak kelimeler vardır. Kavramın kendisi var olmazken kelimesine de ihtiyaç duyulmamaktadır. Başka bir dünyadan Gethen’lileri ziyaret eden Genly Ai tıpkı okur gibi içine doğduğu –daha ziyade zıtlıklardan oluşan- değerleri unutup, bu yeni gezegendeki “bir”liğin anlamını keşfetmektedir. Gethen’de hiçbir şey bizdeki gibi zıt ikiliklerden –kadın/erkek, iyi/kötü, siyah/beyaz- oluşmaz. Herşey içiçe geçmiştir. Tıpkı yin-yang gibi. Bu nedenle karanlığın sol eli aydınlıkken, aydınlığın sağ eli de karanlıktır. LeGuin bu şekilde ataerkil sistemin hiyerarşik düzenine olanak veren zıtlıkları ortadan kaldırırken, anlatımında da farklı sesler kullanarak çoğulluğa vurgu yapar. Kitapta öne çıkacak bir baş kahraman, tek bir anlatıcı, bir lider yoktur. Genly ne kadar önemli bir karakterse Estraven de o kadar önemlidir. Onların günlükleri ve raporları okuru ne kadar bilgilendiriyorsa, farklı anlatıcılar tarafından aktarılan mitler, öyküler ve efsaneler de o kadar bilgilendirmektedir.

Piercy ise Zamanın Kıyısındaki Kadın’da şizofren Connie karakterini zamanda yolculuk yapan Luciente ile tanıştırarak, onu Luciente’nin biseksüel, mülksüz ve çoğulcu dünyasına taşır. Yakınlarının kısaca Connie dediği Consuelo Camacho Alvarez Ramos, uzun isminden de anlaşılabileceği gibi, hayatı erkekler tarafından yönetilmekte olan Meksika kökenli bir Amerikan kadınıdır. Tüm hayatı evlenip çocuk bakmaktan ibaret olan annesini örnek aldığından başarılı bir kadın olabilmek için evlenmesi gerektiğine kanaat getirir. Ancak ilk evliliğinden bir tecavüz, birkaç yara bere ve bir kız çocuğuyla kurtulduktan sonra sadece çok sevdiği ikinci kocasını değil, rahmini ve kızını da kaybeder; rahmini “başarılı” sağlık sistemi elinden alır, kızını ise sosyal hizmetler. Romanın başında evinde kendi halinde oturmakta olan Connie bir tekme de kuzeninin kadın satıcısı sevgilisinden yer ve hastanelik olur. Kadın satıcısının yersiz suçlamaları sonucu akıl hastanesine kaldırılır ve daha önce aynı şeyi yapmış olan öz abisi de sonsuza dek orada kalabilmesi için elinden geleni ardına koymaz. Oysa Connie’nin tek isteği kuzenini fahişelikten, karnındaki bebeği kürtajdan kurtarmak ve hep beraber erkeksiz, mutlu bir aile olarak yaşamaktır. Hastaneye hapsedilmeden önce Connie gelecekten geldiğini iddia eden bir şahıs tarafından birkaç kez ziyaret edilir. Feleği şaşan Connie önce güvenmez bu ne idüğü belirsiz adama ama yine de erkek olduğu için boyun eğer. Hastanedeyken de bu adamın Connie’yi kısa süreler için kendi geleceğine götürmesi fikri hoşuna gider. İlk zaman yolculuğunu yapacakken anlar bu şahsın aslında kadın olduğunu. Luciente denen ve ismine uygun biçimde Connie’nin ışığı haline gelen bu kadının toplumu, Connie’nin ataerkil toplumunun tam zıttıdır. Her şey eşitliğe dayanır, heteroseksüellik norm değildir, her bireyin sadece kendine ait ve kimseyle paylaşmadığı bir yaşam alanı vardır. Evlilik diye bir şey yoktur. İnsanların tamamen kendi doğalarına uygun, toplumsal baskıların tamamından kurtulmuş bir vaziyette yaşadıkları bu toplumda tam bir eşitlik sağlayabilmek adına kadınlar da çocuk doğurma güçlerinden vazgeçmişlerdir. Bu nedenle yapay bir rahim geliştirilmiş ve bu yapay rahimde gelişen bebekler herkesin bebekleri olmuşlardır. Böylece hiç kimse bir bebeği tek başına sahiplenmez ve ölene dek ona tutunmaz. “Ortak anneler” denen en az iki kadın ve bir erkekten oluşan bir grup tarafından büyütülen bebek on iki yaş civarında özgür bir birey olabilmesi için azad edilir ve kendi ismini seçer. Connie hastanedeki gerçek dünya ile Luciente’nin dünyası arasında gidip gelirken her iki toplumu pek çok açıdan karşılaştırma fırsatı bulur ve o zamana dek sorgusuz sualsiz kanıksamış olduğunu fark ettiği kendi dünyası ile ilgili gerçekler hiç de hoşuna gitmez. Maksat okurun da aynı farkındalığa erişmesidir.

Carter’da olaylar biraz daha Frankenstein kıvamındadır, zira Yeni Havva’nın Çilesi’nde2 Anne’nin kızları tarafından kaçırılan baş karakter, kendi rızası dışında bir cinsiyet değiştirme operasyonuyla “zihni erkek, bedeni kadın” bir yaratığa döner. Geriye dönük anlatımıyla okura öyküsünü aktaran Evelyn erkek olduğu zamanlar nasıl bir şovenist olduğunu, kadınları nasıl aşağılayıp onları sadece kendi egosu ve cinsel tatmini için kullandığını anlatarak başlar. Ancak son kurbanı Leilah (ki sonradan gerçek adının Lilith olduğunu öğreniriz) kendisinden hamile kalıp Evelyn’in ısrarıyla kürtaj olur ve ucuz bir muayenehanede geçirdiği bu kötü operasyon nedeniyle rahmini kaybeder. Bu kötü tecrübeden biraz ders alan Evelyn arınması gerektiğine karar verip kendini çöle atar. İşte Yeni Havva’nın macerası da bu sayede başlar zira Evelyn çölde kendi toplumunu kurmuş olan Anne’nin kadınları tarafından yakalanıp alıkonur. Anne erkek egemen sisteme karşıdır ve hayatını bu sistemi yıkmaya adamıştır. Lakin ilk bakışta feminist görünen bu anaerkil toplum da en az ataerkil sistem kadar baskıcı ve hiyerarşiktir. Anne’nin amacı Evelyn’in kıymetli “lyn”ini kesip onu Eve haline getirmektir. Kesim işleminden önce de Evelyn’e bir nevi tecavüz ederek boşalmasını sağlar ki Eve’e dönüştüğünde onu kendi spermiyle hamile bırakabilsin ve tüm dünyanın düzenini değiştirecek yeni peygamberi dünyaya getirsin. Hayranı olduğu Hollywood yıldızı Tristessa’yı aratmayacak kadar güzel bir kadına dönüştükten sonra Anne’nin elinden kaçmayı başaran Eve, doğal olarak bu yeni kadın haliyle önce bir erkeğin tecavüzüne uğrar. Zero (yani Sıfır) adlı bu tecavüzcü esir tuttuğu diğer yedi karısının arasına Eve’i de ekler. Ataerkil dünyada daha pek çok başka macera da yaşayan Eve böylece bir yandan erkek zihniyle olayları değerlendirirken, bir yandan da kadınlığa alışmaya ve bu düzende kadın olarak var olmaya çalışmaktadır. Okur Evelyn’in, bu hem erkek hem kadın ruhunu içinde bir arada barındırabilir hale gelinceye kadar ki süreçte deneyimlediklerine ve hissiyatına tanıklık eder. Yol üzerinde Carter’ın Greta Garbo’dan esinlenerek yarattığı Tristessa karakterinin de aslında biyolojik olarak bir erkek olduğunu öğrenir ve böylece bu çift başlılığında yalnız olmadığını anlayıp rahatlar. Carter da bu sayede bir miti daha tepetaklak etmiş olur.

Bu kaba tarife göre söz konusu üç roman da esas olarak toplumsal cinsiyet rollerini merkez almıştır. Peki bilimkurgu bu romanların neresine düşer?

Bu anlamda en iyi örnek tabii ki Karanlığın Sol Eli olacaktır. Leguin her zamanki gibi detaylara özen göstererek yeni dünyalar yaratmış ve kahramanlarından birini bu dünyalar arasında bir elçi olarak görevlendirmiştir. Genly Ai adlı elçi de tıpkı okur gibi Kış gezegeninin yabancısıdır ve okurla birlikte bu değişik gezegenin yolunu yordamını keşfe çıkar. Leguin zamanla, gezegenler arası yolculukla, yarattığı bu gezegenlerdeki fiziksel koşullarla ilgili gerçekleri mümkün olduğunca bilimsel verilere dayandırmaktadır. Bunun yanı sıra Kış gezegeni için yeni bir takvim ve bu takvim için yeni bir dil, Genly Ai ve yandaşları için uzay gemileri, ve Kış gezegeni ahalisi için bambaşka bir toplum düzeni yaratarak da kitabını zenginleştirmiştir.

Zamanın Kıyısındaki Kadın’da her şeyden önce bir zaman yolculuğu söz konusudur. Her ne kadar Connie’nin her şeyi kafasında yaratan bir şizofren olduğu ima edilse de okur kendi kararını verme konusunda özgürdür. Şahsi kanaatim Connie’nin Mattapoisett ziyaretlerinin birer zihin yolculuğu (mind travel) olduğu yönündedir kizaman yolculuğu tabir edilen deneyimden farkı fiziksel bedenin yer değiştirmiyor olmasıdır. Bir nevi astral seyahat olarak da düşünülebilir ve zaten deneyimin isminin ne olduğundan ziyade o ya da bu şekilde gidilen mekanda neler tecrübe edildiği önemlidir. Luciente gelecekte yaşadığını iddia etmektedir ve Connie bu gelecek toplumunda telepatik kediler, yapay rahimler, uçan makineler, arınıp dinlenme mekanı olarak hizmet veren (bizdeki adı tımarhane olan ama Mattapoisett’de daha ziyade spa gibi işleyen) evler, farklı sorunlara farklı çözümler, ilginç ritüeller ve yine dilde birçok farklılıkla karşılaşır. Tüm bunların amacı eşit ve zıtlıklara –dolayısıyla da hiyerarşiye- yer vermeyen bir sistem kurmaktır. Connie sistemin tıkır tıkır işlediğini görür. Luciente’nin yardımı olmaksızın kalkıştığı bir zihin yolculuğu denemesinde yanlışlıkla alternatif bir geleceğe gider. Gildina diye bir kadının yaşadığı apartman dairesinde bulur kendini. Günümüz toplumunda evli olduğunu düşüneceğimiz Gildina aslında bir nevi seks kölesidir ve onu hayatı boyunca yanında tutacak bir adam bulduğu için kendini çok şanslı saymaktadır. Bedeni erkeğinin arzuları doğrultusunda estetik operasyonlarla yeniden biçimlendirildiğinden orantısız, biçimsiz ve hatta iğrençtir. Evden dışarı çıkması yasaktır ve evdeki her şey elektronik bir takım mekanizmalarla işlemektedir. Kendini sıradan bir apartman dairesinde sanan Connie çok geçmeden bu binaların yerin kat kat altına ve göğün kat kat üstüne kadar uzandıklarını öğrenecek ve dehşete düşecektir. Gildina’nın efendisi ortaya çıktığında ise bunun yalnızca bir zihin yolculuğu olduğuna şükreder. Anlatılmak istenen Mattapoisett gibi ütopik bir toplumun alternatiflerdensadece biri olduğudur. Yani gelecek şu an aldığımız kararlara ve attığımız adımlara bağlı olarak değişebilecektir.

Carter’ın fantezi ağırlıklı romanında bilim Anne’nin tekelindedir. Kendisi bir bilim kadını olan Anne öncelikle kendi bedeni üzerinde çalışmış ve cemaatindeki kadınların her birinin bağışladığı birer göğsü kullanarak kendine dev göğüsler yapmış, defalarca operasyon geçirerek dev bir yaratığa dönüşmüştür. Girişinde toplumlarının simgesi olarak kırılıp ikiye bölünmüş bir erkek cinsel organı olan merkez üssünde Anne çeşitli deneyler yapmaktadır. Çölde kıstırılan Evelyn de bir uzay üssünü ya da Hollywood filmlerindeki yer altı karargahlarını andıran bu yere getirilir. Anne yıllar içinde geliştirip ustalık kazandığı yöntemleri bu kez Evelyn üzerinde dener ve bir erkeği kusursuz bir kadına dönüştürmede son derece başarılı olur. Öyle ki son operasyondan sonra aynaya bakmasına izin verilen Eve/lyn bile kendi görüntüsünden tahrik olur. Ancak Anne’nin devrim gerçekleştirmek için yapacakları bununla sınırlı değildir. Eve’in sadece görünüşte kadın olması yeterli olmayacaktır. Bu nedenle operasyonun ardından beyin yıkama işlemleri başlar. Yattığı hücrede hiç susmayan bir hoparlörden Eve’e ataerkil sistem karşıtı sözler fısıldanır. Ayrıca video ve slayt seansları ile Eve dünyanın çeşitli bölgelerinde kadınlara uygulanan şiddet, vahşet ve baskılar konusunda bilgilendirilir. Bu seanslarda ayrıca Eve’i anneliğe de teşvik edecek, onun iç güdülerini uyandırmaya yönelik gösterimler vardır. Carter Anne’ye erkeğin organını kesip ona bir vajina açmanın yanı sıra hiç yoktan rahim yaratma gücü de vermiştir. Ancak bütün ileri teknolojilerine rağmen Eve –kadınlık konusunda haddinden fazla bilinçlenmiş olarak- Anne’nin elinden kaçmayı başarır. Böylece içinde zaten hep var olmuş olan kadını bulacağı yolculuğuna çıkar. Romandaki çeşitli göndermeler –chimera, simya, prima materia vb.- Eve/lyn’in kaos ortamında vücuda gelmiş bir hermafrodit olduğu mesajını vermektedir. Romanın sonunda üçüncü kez dünyaya gelen Eve/lyn artık hem zihninde hem de bedeninde dişiyi ve erkeği, yin’i ve yang’ı birleştirmeyi başarmış, okurun da deneyimlemesi beklenen uyanışı yaşamıştır.

Sonuç olarak bu üç yaratıcı kadın, gerek bilimkurgu gerekse fantezi öğelerini kullanarak eşitlikçi bir dünyanın ancak kadını ezip erkeğe hak etmediği bir üstünlük veren toplumsal cinsiyet rollerinden arındırılmasıyla mümkün olabileceğini göstermektedirler. Freud’un bile kabul ettiği gibi her bir bireyin doğuştan (ruhsal anlamda) ikicinsli olduğu, dolayısıyla biyolojik olarak değil ama psikolojik olarak her erkeğin ve her kadının hem erkek hem de kadın olduğu bir dünyada bu ikisi arasında bir hiyerarşi olması son derece anlamsız ve yanlıştır. İçimize işlemiş olan “erkek adam” ve “hanım kadın” rollerinden sıyrılıp, homofobiyi bir kenara bırakıp, hepimizin kendi başımıza özgür ve tastamam birer insan olduğumuzu; ruh eşi diye bir şey olmadığını; öteki diye bir şey olmasına gerek olmadığını zira ötekinin zaten kendi içimizde olduğunu kavramanın vakti gelmiştir. İşte bu üç roman bunun neden ve nasıl yapılabileceğini anlatır.

1
Bu konuda ayrıntılı bilgi için Pervin Erbil’in Pandora’dan Kibele’ye: Kadının Tarihsel Yenilgisi adlı kitaba başvurulabilir.

2
Eserin orijinal adı The Passion of New Eve ancak maalesef şimdiye dek Türkçeye çeviren olmadı.

Hiç yorum yok: