Perşembe, Mayıs 02, 2013

Bilimkurgu ve Fantezi Edebiyatı Çevirilerinde Dini Ögeler.



25 Nisan 2013 tarihinde, İzmir Çeviri Öğrencileri Platformu'nun düzenlediği, Yaşar Üniversitesi'nde gerçekleşen "Fantastik Eserlerin Çevirisi" konulu panele, Züleyha Çetiner Öktem ve Funda Civelekoğlu ile beraber konuşmacı olarak katılma şansı buldum. Paneli düzenleyen İzmir Çeviri Öğrencileri Platformu'na, Yaşar Üniversitesi'ne teşekkür ediyorum.
Züleyha Çetiner Öktem, fantezi/fantazya/fantastik kavramlarını masaya yatırarak dinleyiciler açısından çok yararlı bir kavramsal giriş hazırladı. Funda Civelekoğlu da çevirmenlerin fantastik eserlerin çevirisinde karşılaştığı gerçek sorunları (çevirmen hakları, telif sorunları, yayınevi - çevirmen ilişkileri) masaya yatırdı. Ben de tecrübe ettiğim kadarıyla uygulamada bilim kurgu ve fantezi edebiyatındaki belli bir unsurun, dinin çevirisinde karşılaştığım sorunları nasıl çözmeye gayret ettiğimi, bir yandan da din üzerine kendi bakış açımı çevirdiğim metinde nasıl yansıttığımı göstermeye çalıştım.
Hitit Güneşi okuyucularının da yararlanabileceği, eleştirebileceği düşüncesi ile konuşmamı bu yazının devamında paylaşıyorum.


Merhabalar,
Bilim Kurgu ve Fantezi edebiyatında dini motiflerin çevirisi üzerine konuşacağım. Çevirisini yaptığım üç edebiyat eserinden ve çeviri stratejilerimden bahsedeceğim. İlki Levent Türer’le beraber çevirdiğim, yazarı Ed Greenwood olan Elminster’ın Cezbedilişi adlı roman; ikincisi ise Michael Moorcock’un İşte O Adam isimli novella’sı ve üçüncü olarak Geraldine McCaughrean’ın Dünyanın Sonu Değil isimli roman.
Bu çevirileri dini motiflerin çevirisinde uyguladığım stratejiler yüzünden seçtim.  Stratejileri temelde yabancılaştırma ve yerelleştirme üzerinden ele alırsak, Elminster’ın Cezbedilişi ve Dünyanın Sonu Değil isimli romanlarda yerelleştirmeyi, İşte O Adam isimli novella’da ise yabancılaştırmayı tercih ettim. Ancak yerelleştirme veya yabancılaştırma gibi üst stratejilere bakmaksızın, temelde nasıl aynı normları yansıtmış olabileceğimi paylaşmaya çalışacağım.
Bu metinlerden ilki, yani Elminster’ın Cezbedilişi yeni dinleri, diğer ikisi yani İşte O Adam ve Dünyanın Sonu Değil ise eski İbrahimi dinleri içeriyor.
İlk olarak Elminster’ın Cezbedilişi isimli romandan bahsedeceğim. Roman bir oyun sistemi olan Zindanlar ve Ejderhalar’ın Abeir-Toril isimli dünyasında geçiyor. Unutulmuş Diyarlar da denilen oyun sisteminin parçası olan Abeir-Toril, çok sayıda tanrıyı ve inancı barındırıyor. Yalnızca insan türünün elli civarında tanrısı var ve bu tanrılar temsil ettikleri şeye göre inananlarına çeşitli güçler bahşediyor.
Elminster’ın Cezbedilişi romanında bu tanrılardan özellikle büyü tanrıçası Mystra ve karanlıkla gecenin tanrıçası Shar’ı etkin rollerde görüyoruz. Zindanlar ve Ejderhalar oyun sisteminde tanrılar iyi, kötü ve tarafsız olarak sınıflandırılıyor. Mystra eskiden tarafsızken iyiliğin yanına geçmiş bir tanrıça; Shar ise kötü bir tanrıça olarak resmediliyor.
Romanda Shar’ın “dehşetbüyüler” adı verilen rahipleri ve rahibeleri vasıtası ile Shar’ın yansıttığı değerleri öğrenebiliyoruz. Şu alıntıdan bunların anlaşılabileceğini düşünüyorum:
“Sadık Dehşetbüyüler... Shar’ın inayetini kazanmak için, korkunç güçlere hükmetmek için büyük bir fırsat var önünüzde. Faerûn’un her köşesine gidin, en güçlü büyücüleri ve büyülü eşya dolu hazinelerini bulun. Önünüze çıkanı kesin, ne bulursanız alın… Olur a karşınıza Mystra’nın Seçilmişler denen uşaklarından birisi çıkarsa aman vermek yok, kellesini alın.”
Bu örnekte olduğu üzere Shar dininde farklılıklara müsamaha yok, büyü ve katliam üzerine kurulu. Böylesi bir dini yansıtırken belli bir tür söylem seçtim. Roman genelinde abartılı, arkaik ve yüksek bir sosyal sınıfa aitmiş gibi gözükmeye çalışan bir dilin kurulduğunu görüyoruz. Bunu “Dehşetbüyüsü”, “Saygıdeğer Karanlık Hazretleri”, “Dehşetli Birader” “Karanlık Şarkıcısı Hanımımız”  gibi unvan ve hitaplarla yansıtmaya çalıştım. Ancak unvan ve hitapların dışında genel olarak söylemi, yerelleştirmeye giderek, Türkiye’deki dini söyleme benzetmeye çalıştım. Çeşitli diyaloglardan örnekler şunlar, “Shar’ın inayetini kazanmak,” “Ey Gecenin En Mukaddes Sahibesi, şu en sadık kulunun… yakarışını duy, dualarını kabul et.” “Hamdolsun Shar’a!”
Burada tercih ettiğim “inayet” ve “hamdolsun” ifadeleri Türkçe İslam dilinde yaygın ifadeler. Sözcük tercihi dışında, söylemin yapılanışını da bir sunağa yatırılmış Shar’ın yüce rahibesinin alt düzey bir rahibe ile diyalogunda görmek mümkün. Yüce rahibe şöyle diyor:
“Demek Karanlık Şarkıcısı Hanımımızın yolladığı buyruklardan şüphe edersin ha? Bu ne cüret!” Peçelerin altındaki kuru dudaklardan çatlak çatlak çıkmıştı ses. “Ayağını denk al! Bu laflar inançsızlığa, küfre varmasın!”
Bir kadın pür telaş “Haşa sümme haşa. Dehşetengiz Hemşirem!” dedi. “Bir hatam varsa affola. Geceşarkıcısı’na saygısızlık etmek değildi niyetim. İnançsız olur muyum hiç, sümme haşa! Lakin inin cinin top oynadığı, kuş ötmez kervan geçmez bir orman köşesine neden bir mabet kurduğumuzu üç kuruşluk aklım almadı.”
“Gerekli de ondan,” diye karşılık verdi peçelerin ardındaki dudaklar… “Vakti geldiğinde biz de yattık bu taşın üzerinde, herkes bu lütfa nail olmaz, bilesin. Onun inayette bulunması ne şeref. Alemlere dehşet saçan Hemşireler Hemşiresi’ne en büyük adak sadakattir evladım. Sadakatle sun kanını.”
Özetle, peçeli bir imam konuşuyormuş gibi tasarladım rahibelerin konuşmasını. Bu deyiş kaymalarını okur açısından şu işlevler yerine gelecek düşüncesi ile tercih ettim: okuyucu aşina olduğu dilin farklı bir bağlamda, olumsuz anlamlarla kullanıldığını görecek; romandaki kötü karakterle kuracağı ilişkiyi sorgulayacak; aşina olduğu yapılara karşı edebiyatın işlevi olan yabancılaşmayı yaşayacak.
Yabancılaşma niye gerekli? Türkiye’deki hâkim yapı, farklı dinlere hele de kendi coğrafyasında yaşamış İbrahimi dinlere dair bilgi erişimini kısıtlıyor. İlköğretimde, içeriği Sünni Türkiye İslam’ı olan din dersleri zorunlu. Anglo-Amerikan edebiyatta (özellikle de bilim kurgu edebiyatında) ise hakim dini unsurlar, yine dinin unsurlarını kullanarak eleştirilebiliyor. Türkiye’de ise bilim kurgu olmasa da Lat, Uzza ve Menat adlı tanrıçaların konuşması ile fantastik nitelik kazanan Nedim Gürsel’in Allah’ın Kızları isimli romanı buna bir örnek. Ancak yine hakim yapının baskıcı unsurlarını böylesi bir romana karşı harekete geçmiş görüyoruz. Söz konusu romanın mahkemede yargılanması, üstüne üstlük bilirkişi olarak Diyanet’in seçilmesi, hatta Diyanet raporunda romanda olmayan şeylerin yazılması en hafif ifade ile ayıplanmayı gerektiriyor.
Dini kullanarak dini eleştiren bilim kurgu romanlarına bir örnek, ilk çevirdiğim kitap, İşte O Adam. Nebula ödüllü bu novella’da, Karl Glogauer isimli nevrotik karakter, zaman yolculuğuna çıkıyor ve İsa’nın doğduğu zaman gidiyor. Nevrotikliğine, dini ve cinsel saplantılarına Hıristiyan ve Budist inanışlar içerisinden bir varoluş çemberi oluşturarak çözüm buluyor.
Peki Türkiye’de hâkim durum buyken, hatta Inside Muslim Minds isimli araştırmada belirtildiği üzere, henüz nüfusun %50’si Kuran’ı Kerim’i hiç okumamış veya bir sayfa okumuşken, Hıristiyanlık üzerine bir bilim kurgu romanının çevirisinde neler yapmak gerekiyor?
Bunun yanıtını ilk çevirim olan İşte O Adam’da romanın unsuru olan her şeyi okuyucuya açıklamakta bulmuştum. Dolayısı ile bu romanın çevirisinde yabancılaştırılmış bir metnin en temel yapısal özelliklerini görmek mümkün. Bu yapısal özellikler şöyle:
Çeviri metin, yazar Michael Moorcock’un Türkçe metin için özel önsözü ile başlıyor, asıl metne sonra geçiyor. Novella’nın asıl metni Eski ve Yeni Ahit’ten alıntılar içeriyor, bunun yanı sıra metnin içinde de İncil’e doğrudan göndermeler var. Bu göndermeler dipnotlarla okuyucuya açıklanıyor, dipnotlarla olan açıklamalar yalnızca dini metinlere değil, kaynak kültürün hemen her öğesi için kullanılıyor. Dipnot ögeleri şöyle:  İncil’den dualar, 2. Dünya Savaşı’ndan sığınak adları, kişi adları ve anlamları, rock grupları, Arthur efsanesi, dini semboller, Yahudi inanışındaki bayramlar, psişik güçler, diğer romanlara göndermeler, latince deyimler, Hindu ve Budist inanıştaki Sanskritçe sözcükler, İngilizce’den doğrudan ödünçlemelerin anlamları, yer isimlerine göndermelerin açıklamaları, Yahudi toplulukların açıklamaları, sesteşlerin oluşturduğu yan anlamların açıklamaları, Roma İnanışları, vs.
Çeviride ana metni yabancı kültüre dair bilgilerle donatmanın dışında, ana metin bitince bu kez çevirinin sonunda kitap üzerine ekler başlıyor: Kitabın adını aldığı İncil’in Yuhanna bölümünden bir alıntı; İsa’ya dair, temel tezi tarihte böyle bir insanın yaşamadığına olan, ansiklopedik bilgi içeren bir bölüm; romanın sürekli gönderme yaptığı Carl Gustav Jung’a dair bir bölüm; ve en sonunda, yazarın kitabın bir başka baskısında yer alan notunun çevirisi.
Bunun yanı sıra yaptığım çeviri dili ağırlıklı olarak İngilizce’nin yapısal özelliklerin takip ediyor ve içinde Arapça/Farsça kökenli sözcükler çok az (bu dil özellikleri metinde kullandığım İncil çevirilerinde de mevcut).
Genelde, çevirmenin dini yapıya karşı tutumunu, çevirmenin normlarını “God” sözcüğünü nasıl çevirdiği üzerinden değerlendirmek mümkün. İşte O Adam’da da “Tanrı” sözcüğünü tercih ettim.
Yine de “Allah” sözcüğünü kullanmak da çevirmen normlarını belirlemede tek başına fikir vermeyebilir. Allah diyen çevirmenin de farklı normlar yansıtması mümkün. Bunu açıklamak üzere “Allah” sözcüğünü 188 kere kullandığım, yakın tarihte çevirdiğim ve Caretta yayınevi tarafından yakında yayınlanılacak olan, Geraldine McCaughrean’ın yazdığı Dünyanın Sonu Değil romanındaki dini ögelerin çevirisine geleceğim.
Dünyanın Sonu Değil’de, Tufan anlatılıyor ancak, Nuh’un gözünden değil, adları Torah’da yazmayan Nuh’un eşi ve kızlarının, dahası gemideki hayvanların gözünden. Bir başka deyişle Torah’daki boşlukları yazar dolduruyor. Bu tekniği Batı’nın Kötü Cadısı isimli romanda da görüyoruz. Her ikisi de ataerkil cinsel rolleri, hayvan haklarını, dini yapıları inceliyor.
Bu romanı fantastik yapan üç öge var: Birincisi sayıları binlerce hayvan çiftini taşıyabilecek bir gemi inşası, hayvanların kaçarken o gemiye binmesi, quexolan adında var olmayan bir kuş. Tanrı’nın varlığını fantastik bir unsur olarak görenler açısından, romanda Tanrı’nın varlığı hep tartışılsa da roman içinde varlığını kanıtlayacak bir öge yok.
Dünyanın Sonu Değil, dil olarak çocuklara ve gençlere hitap edecek gibi bir roman olarak gözüküyor. Ancak bakış açısı Türkiye’de aynı konulu telif eserlere kıyasla, dini ve Allah’ı her zaman doğrular nitelikte değil. Çeviriden şu alıntıyı paylaşmak istiyorum. Alıntıda Nuh’un eşi, “Ama” ki bu ad İbranicede Ana anlamına geliyor, Tufan’la insanlığın yok edilmesini sorguluyor:
“Başka türlü bir izahat da var! Allah dünyayı yarattıktan sonra yaşlandı, iyice aksileşti! Evet! Bir zamanlar iyi bir fikirmiş gibi görünen, şimdi katlanılmaz bir belaya dönüştü? Veya yoksa bir gün ansızın [Allah] uyandı da bir kırba şaraba dadandı, sonra içtikçe içi ekşidi, sefilleşti de kimsenin, hiçbir şeyin [Alah’tan] saklanacak yeri kalmadı, öyle mi? 'Hepsini boğayım gitsin!' Belki de köpeği ısırdı birden [Allah’ı], [Allah da] kırıldı, gücendi, acısını çıkartmak için dönüp İnsanlığa bir tekme savurdu, öyle mi? Hayır mı?”
Annesine şöyle yorum getiriyor Nuh’un kızı: “Söyleme anne. Lütfen bunu söyleme. Çünkü babam hatalıysa ne işimiz var burada? Kim seçti bizi? Neden başka herkesin ölmesi gerekti? Neden hayvanları biz aldık da komşularımız değil? Şayet babamız [Nuh] hatalıysa bize ne olur? Hani, nerede kalır mutlu son?”
                Tufan anlatısı Sümerce’den Akad’caya, Aramice’ye, Grekçe, Latince ve Arapça’ya geçmiş bir anlatı. Bu anlatının günümüz Türkiye’sinde okuyucuların aşina olduğu kutsal kitaplara getirdiği eleştirinin gücünü yitireceğini düşündüğümden, God karşılığında Arapça belirteç “el” ile cins isim olan “ilah” sözcüklerinin kaynaşması ile oluşan Allah sözcüğünü tercih ettim.
                Lawrence Venuti, Translator’s Invisibility isimli kitabında yerelleştirmeyi, kültürel narsisizm olarak tarif ediyor. Çünkü sürekli çevirinin aynasında kendi kültürünüzü görüyorsunuz ve sevinçle gülüyorsunuz. Ancak, yerelleştirmenin de krala ayna tutabileceğini ve çıplak olduğunu gösterebileceğini düşünüyorum. Tabii, metinlerin de çoğu bilim kurgu roman ve fantezi romanı gibi çevirmenlere kendilerini ifade etme imkânı sunması gerek.
                Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Hiç yorum yok: