Cumartesi, Eylül 11, 2010

Fırsatları Ayarlama Enstitüsü

Zayi İrdal iğneleri yere düşürmemek üzere tasarlanmış sıralı kutular silsilesi Ankaray’da bir yandan ayakta kalma mücadelesi verirken, öte yandan fısıldarının ayarlarını düzeltmeye çalışıyordu. Ortama yapılan gümbür gümbür yayın bir taraftan da fısıldarlara erişiyordu. Pek kıymetli halkın gündemden uzak kalmaması için büyük bir titizlikle verilen bu hizmet, kamusal alan sayılan Ankaray’da fısıldarların ayarlarını değiştirme hakkı demekti. Aynı sloganlar her yerdeydi. “Gündem Masası, size mi düştü elalemin tasası? Kaçırmayın kazancı, işte Cemal Ayarcı!” Her görüntüde, her fısıldarda aynı adam vardı. Mesai saatlerinde Kuantum Loto ve biricik sunucusu Hülya Kübra’ya erişim ne yazık ki yoktu.

Fısıldarın ayarlarını düzeltse de bu sefer kalabalıkta ite kaka kendine yer açıp canlanan 4B reklamlar vardı. Her fırsatta yolcuların türlü şirinliklerle dikkatlerini çekip haber özetlerini ve haberle ilgili ürünlerini tanıtıyorlardı. Pek mühim yolcuların haberleri, daha da önemlisi reklamları mümkün olan her fırsatta izlemeleri için tasarlanmış sistemden kaçış yoktu.

İş mülakatına gidiyordu. Mezun olduğundan beri sayısız işe başvurmuş, mülakata girmişti. Ehlivukuf bir işsizdi. Hangi işlere başvurmamalı, mülakatta neler söylememeli gibi konularda tam bir uzmandı. Şirketler tuvalet kağıtlarını dolduracak kadar uzun özgeçmişler istiyorlardı. Şartlar ağır ama işe alınma ihtimali kabul edilebilir düzeydi. Kamu ise hayaldi. İşe alınacak “uygun kişi” hep belliydi. Yine de bugün bir kamu mülakatına gidiyordu. Annesi onun yerine başvurmuş, sıkı sıkıya öğütlemişti.

“Devlet kapısı demek hayatının kurtulması demek. Garanti iş, garanti aş. İşsize kız da vermezler, açıkta kalıverirsin. Dünya gözüyle seni işe sokup bir de evlendirsem başka bir şey istemem.”

Evden çıkarken giderek anneleşmişti.

“Sakın kendini kovdurma emi!”
“Anne işe alınmadan nasıl kovulabilirim?”
“Sözümü dinle sen. Amirlerine saygıda kusur etme. Sahip çık işine. Kovulma.”
“Anne sonuç belli, işe alacaklar veyahut almayacaklar. Yok ötesi.”
“Olsun oğluşum, hiç belli olmaz. Kulağına küpe olsun.”
“Anne lütfen!”

Tam ortama alışmışken Ankaray İdaresince görülen lüzum üzerine tekrar ayarlanan fısıldarlar, kullanıcılarının elinde olmayan nedenlerle Kamu Kanalına bağlanıp saatin Gündem Masası saati olduğunu ilan ettiler. Ankaray’ın başında, sonunda, ortasında Cemal Ayarcı bedenlenerek yolcuları selamladı.

“Amerika’dan dört nala gelen, arada Avrupa’yı sallayan fırsatlar ülkemize bugün saat 11.05’de ulaşacak. Derhal yazınız, tekrar etmeyeceğim. Kilit ürünler keten pantolon, yapışmaz tava ve oto lastiği. Ürünlerden en az beş, ortalamada ise sekiz adet alınması sizi, ülkemizi, yani cümlemizi ihya edecek. Evet! Tam bir fırsat. Gerisi teferruat.

Geçen hafta Gündem Masasının önerilerine uyarak Ahşap Masa, Pastörize Yumurta ve Sac Levha alanlar kazandı. Fırsatları Ayarlama Enstitüsünün açıkladığı raporlara göre kar oranları %523’den başlıyor. Haberlerin şahı, Cemal Ayarcı! İyi günler diler.”

Zayi Yeni Bakanlıklar durağından çıkacakken fısıldarı fısıldadı.

“Kısmet Cihazı”

Kaderle, kısmetle arası iyi değildi. Yine de fısıldarın öğüdüne uyarak kedi resimlerinin altında kocaman “Gerçekleşmeyene kadar her şey mümkündür!” yazan cihaza barkodunu okuttu. Birkaç saniye öncesine kadar reklamların harman olduğu camda bir kelime ve bir sayı belirdi. “Mkim 3033” Zayi sabır ve saflık arasında bir noktada falını beklemeye devam etti. Ekrana gelecek kehanetin umuduyla fakir karnını doyurdu. Geçte olsa hakikati anlayınca okkalı bir küfür salladı.

“Elaleme destan yazar, bana gelince küfür sayar. Lanet olası silikon bazlı kuantum yaşam formu.”

Durağın iradesini durarak gösteren yürüyen merdivenlerini geçip eski nostaljik merdivenlerden çıkarken yükselen bakanlık gökdelenlerine baktı. Hepsi devletin, iktidarın gücünü ve ihtişamını dışa vurmak, göğü delerek fezaya ulaşmak için birbirleri ile yarışıyorlardı. Güneş bu metal ve beton ormanından aşağıya sızamıyordu.

“Ara Sokak No:3 Yeni Bakanlıklar" Sahip olduğu ucuz, işsiz model fısıldar ancak adresi fısıldayabilir, mevcut noktadan hedefine ulaşmasını sağlayacak ve bu sırada en karlı alışveriş olanakları sağlayacak yolu ballandıra ballandıra anlatamazdı. Bırakınız üç boyutlu bir tasviri, basit iki boyutlu yol göstericiden bile mahrumdu. İşsizliğin göz kör olsun.

Etrafındaki sokakları süzdü. Sokağın ismine yaraşır bir ara sokak aradı. Binaların yanında sokaklar önemsiz, sönük kalıyordu. Her binanın girişinde albenili görüntüler ait olduğu bakanlığın ismini ve bittabi halka yol gösteren reklamları sergiliyordu. Görüntüler akıyordu. Bakanlığın kuruluşu, bakanlığın başarıları, bakanlığın önemi derken Bakan Efendinin kendisi işgal ediyordu camı. Bakan Efendi toplantı halinde, Bakan Efendi açılışta, Bakan Efendi kapanışta, Bakan Efendi Başefendiyle, Bakan Efendi orada, Bakan Efendi burada. Her bakanlığın görüntüleri diğeri ile kıyasıya bir rekabet halinde, daha canlı görüntüleri silah yapmış, değişik ve can alıcı sloganları mermi etmiş birbirleriyle çatışıyordu. Kapışmanın ortasında ise kara takımlı bürokratikler kendilerinden emin, etrafta olan bitene ilgisiz meşhur ifadeleriyle her ne işleri var ise, onlara yetişmek için hızlı ama vakur adımlarla koşturuyorlardı.

Fısıldar görüşme saatinin yaklaştığını fısıldamaktan yorulup titremeye başlayınca Zayi adresi bulmak için sadece on dakikası kaldığını fark etti. Bürokratiklere sormak ihtimal dahilinde olmadığı için elindeki son çareye başvurdu. Gözüne kestirdiği ara sokaklara baktı. Hesapladı. Saydı. Okulda ona öğretilen tümevarım, tümdengelim, türlüsü işe yaramayınca en işe yararına kullandı. "ya ondadır ya bunda, helvacının kı-zın-da!" İlla ki bu sokak olmalıydı. "İşte talihli sokak. Ya kısmetimde ya kuantumda, Kübra’nın ku-ca-ğın-da!" derken buldu kendini. Bugünlerde fazlasıyla Kuantum Loto seyrediyordu. Geçenlerde Kübra onu rüyasında ziyaret etmiş, hülyalardan hülyalara koşturmuştu. Şeytan kulağına kurşun, sakin kalmalıydı. Önünde koskoca bir mülakat vardı.

Seçtiği ilk ve sonra seçtiği eser miktarda sokaklardaki üç numaralı binalara girdi. Cümlesinden görevli koruma bürokratiği tarafından çeşitli şekillerde kapı önüne konuldu. Kazara adresi bulduğunda mülakat saati gelmiş, utanmadan geçmeye bile başlamıştı. Sokak, ismini arada olmasından değil, bulmak için insanların onu aramak zorunda olmasından almış olmalıydı.

Gündem Bakanlığı, İnsan Kaynakları Müdürlüğü, 42 Nolu Ek Kamu Hizmet Binası camda gururla parlıyordu. Zayi aceleyle içeri girdi ve ilk gördüğü insan evladının yakasına panikle sarılıp sordu:

"Mülakata geldim ama çok geç kaldım, ne yapacağım? Gerçekten benim hatam değildi."

Elinde parça hızlandırıcılı yer, cam, tavan, kapı ve de köşe silme zımbırtısının naylon kaplanmış uzaktan kumandasını sadece tutan ama kullanmayan adam Zayi'yi itti. Üzerine giymiş olduğu kara, düğmesiz tulumu tiksinti ile düzeltti. Kendinden emin bir ifade ile "Tek düğme beş yıldan başlar hemşerim. Boru değil." diyerek aralarındaki statü farkının altını açıkça, herhangi bir tereddüde yer bırakmaksızın çizdikten sonra babacan bir sevecenlikle yolu tarif etti.

Binanın üçüncü katındaki bekleme salonuna ulaştığında kan ter içerisinde kalmıştı. Kravatı görev yerini terk eylemiş, gömleği ise isyankar bir tutum içerisinde pantolonunun boyunduruğundan kurtarmıştı kendini. Üstüne üstlük katta yer gök kapı idi. Zihnindeki kısıtlı sayıdaki gri hücreyi adresi aramak için tükettiğinden uzayan tepki süresiyle gözünün önünde tren olarak şekillenen kapılara bakakaldı. Bu sırada kapılardan birisi açıldı. Koyu renk dar tayyörü, yüksek topuklu ayakkabıları, kalın çerçeveli dijital gözlükleri, elinde son üretim fısıldarıyla bir kadın çıktı. Aşağılayıcı bakışlarıyla Zayi’yi sadece birkaç salise süzdükten sonra bas bariton sesi ile ona hükmetti: “Gir içeri aday!”

Zayi kadının iktidarı karşısında ezilerek, adeta sürünerek odaya girdi. Mülakat denen durum genel kabul görmüş hali ile bir seçici zümrenin kişiye seçici sorular silsilesi yöneltmesidir. Soruların çap ve ebatları değişiktir. Yer yer acımasız, çoğunlukla yargılar bir ortamda geçer. Zümre kibar ise “zorlandık ama sonunda karar verdik” mesajını vermek için işi uzun tutar. Kısa sürenlerde verilen mesaj basittir. “İkile!” Zayi hiçbir mülakatta başarılı olamadığı için işe alınacağı zaman ne yaptıkları hakkında hiç bir fikri yoktu. Bu nedenle o andan sonra yaşananları algılayamadı.

“Otur ve adını söyle.”
“Zayi İrdal. Babam Ziya koymak istemiş ama aval nüfus memuru Zayi yazmış. Kısmet işte. Gül gibi isim adım misali zayi ol…”
“Kısa kes! Ben Mülakat Masasından Kıdemli Sorgu Memuresi, Mahmude Sorangöz.

Aday: Zayi İrdal.
Okuldan yeni mezun.
Ailesinin en küçük mahdumu.
Baba: Emekli.
Anne: Ev kadını.
Okul: Kamu yönetimi.
Zeka: Vasat.
Siyasi eğilim: Kararsız.
Adli sicil: Temiz.
Derecelendirme: Genel H-, özel A+.

Söyle bakalım Zayi İrdal bu iş için seni öneren herhangi bir memur, yüksek makamlardan birini işgal eden bir akraba, tanıdık veyahut benzeri mühim bir zat var mıdır?”

Derin ve anlamlı bir sessizliği acı bir cevap takip etti:

“Ne yazık ki tanımam. Ama yan koşumuz Minare Hanımın rahmetli beyinin …”
“Kafi! Çık ve dışarıda bekle.”
“Ez beni, kır benliğimi, esir eyle ruhumu. Al beni!” diye haykırmak istedi Zayi. Gece gördüğü rüyalar tekrar dikkatini dağıtmıştı. Mahmude Hanım dolgun hatları ve tartışmasız iktidarıyla cezbediyordu. Kendini toplayıp belki yararı olur umuduyla kafasını mahzunca eğerek odayı terk etti.

Bekleme salonu olarak tanımlanan mekanda tek bir koltuk, tabure ya da oturma işlevini destekleyecek nesne yoktu. Ayakta beklemeye başladı. Ancak geçen zaman içerisinde beklemenin verdiği dayanılmaz bıkkınlığı bacakları kaldıramayınca merdivenlere oturmaya yeltendi. Ne vakit ve nasıl olay mahalline duhul ettiği belli olamayan Hizmetli Bürokratiğin “O merdivenleri işgal etmek kaç yıldan başlıyor, haberin var mı hemşerim?” cümlesi yüzünde patladı. Yetmedi yankılandı duvardan sekti tekrar patladı.

Bacaklarını kopmuş, ayaklarını ise hiç var olmamış hissetmeye yetecek kadar süre geçince kapıda sorgu memuresi gözüktü. Olabilecek bütün sevecenliği ile konuştu.

“Aday Zayi İrdal sen misin?”
“Hatırlamıyor musunuz? Mülakatta idiniz ...”
“Cevap ver aday!”
“Evet”
“Sonuçlar için evrakını beşinci kata çıkar.”

Beşinci katta üçüncü katın tam tersine kapılardan imtina edilmişti. Açık bir ofis olarak düzenlenmiş, dalga dalga, birbirini destekleyen siperler misali masalar kullanılmıştı. İlk ve onu takip eden eser sayıdaki masayı işgal eden Bürokratiklerin yakın ilgisizlikleri sonucunda ulaştığı masadaki nur yüzlü Bürokratik işlemlerine elinden geldiğince hızlı başladı. Sayısız 4B reklam arası, çay molası ve yan masalar ile girişilen sohbet partilerinin sonucunda işlemler neredeyse tamamlanarak Zayi sekizinci kattaki amire sevk edildi.

Odasına girdiği Amir Bürokratik ise diğerlerinden farklı olarak onla konuştu. Ne kadar tek taraflı olsa da içi bir an mutlulukla doldu. Sadece bir an.

“Bilir misin neden kamu bu çağda halen kağıt kullanır? Bu kamunun gücüdür. Tüm imkanlara karşılık işleri halen kağıt üzerinden sürdürebilme gücü. Bunu tasavvur etmeye çalış. Dönmekte inat eden arzı durdurmakla eş değer bir kudretidir.”
“…”

Evrakı imzalayıp, kaşeleyip, mühürleyerek düğümledikten sonra Zayi’yi defetti. Böylece katların tavafını tamamlayarak üçüncü kata dönebildi. Katta Mahmude Hanımı görünce Zayi’nin yüzü aydınlandı.

“Sen aday Zayi İrdal mısın?”
“Biraz önce bana evrakı ...”
“Cevap ver aday!”
“Evet”
“Evrak!”

Mahmude Hanım uzun uzun evraka baktı.

“Zayi İrdal?”
“Ama?”
“Cevap ver! Sen artık bir memursun. Memur emir alan kişi demektir. Burada ve dışarıda, soruları sadece ve sadece ben sorarım Zayi İrdal. Niye? Ben Mülakat Masasından Kıdemli Sorgu Memuresi, Mahmude Sorangöz’üm! Tevellütün nedir ki benimle böylesi doğrudan bir münasebete giriyorsun. Kıdem yok, tecrübe ekside, zeka ise yerlerde. Haddini bil memur!”

Zayi’nin vücudundaki kaslar aynı anda, tek başlarına ve cümleten titrediler. Emir almaya, hükmedilmeye, memuriyete aç benliği “Yerle yeksan et beni. Ufala beni. Sahip ol bana!” diyerek haykırırken, beynindeki şimdilik hasarsız, az sayıdaki ufak gri hücrelerin birbirlerine ilettikleri elektrik sinyalleri Zayi’nin yüzüne boş ve anlamsız bir ifade olarak yansıdı. Sorgu memuresi sonuçtan memnun devam etti:

“Mühim Krizleri İkame Memuru olarak Gündem Bakanlığı, Fırsatları Ayarlama Enstitüsü’ne asaleten atandın. Fısıldarına gerekli talimatlar yüklendi. Yarın gel, işe başla. Takım elbiseni unutma. Koyu renkli. Tercihen siyah. İçerisine beyaz gömlek. Kravatı da unutma. Koyu renkli. Tercihen siyah. Sicilin 3033. Sakın geç kalma memur!”

Zayi bu mutlu haberden dolayı mutluluktan memureyi öpmek ile iktidarı karşısında ayaklarına kapanmak arasında kalıp tereddüde düşünce herhangi bir icraat gerçekleştiremedi. Sonuçta taze kapanmış kapıya bakakaldı.

Yaşanan gariplikleri idrak edemeyecek kadar mutlu ve bir o kadar da toy olan Zayi’nin Ankaraya binip eve gitmesi, sevinçli haberi vermesi ile annesinin onu takım elbise (tercihen siyah) ve gömlek (tercihen beyaz) alışverişine götürmesi uzay zaman düzleminde hemen hemen aynı noktaya isabet etti.

Uyumakta zorlanarak canlı ve banttan, üç ve dört boyutlu, defalarca Hülya Kübra ile Kuantum Loto eşliğinde geçen gece, sabaha dönerken kendine geldi Zayi. Acele bir tıraş, ne tüketildiği hatırlanmayan ancak okunmuş su ve pirinç ile taçlandırılan kahvaltı ardından törenle ana evini terk ettiğinde artık Yeni Bakanlıklar semtinin bir sakini idi.

Ne Ankaray’ın kalabalığı ne de fısıldarına defalarca tecavüz etmeye çalışan Ankaray idaresi umurunda değildi. Ne de olsa o artık bir Mühim Krizleri İkame Memuru idi. Pek afili pek anlaşılmaz bir unvanı vardı. Ne iş yapacağını çok merak ediyordu. Herkesin imrendiği Fırsatları Ayarlama Enstitüsünde çalışacaktı. Mahallede herkes onu tanıyacak ona hürmet gösterecekti. İlk fırsatta evlenmeliydi.

Birden her yere konuşlanmış 4B reklamlar kendi görüntüsü ile bedenlendi. Aynı anda fısıldarı Kamu Kanalına geçerek yayına başladı. Cemal Ayarcı’nın sesi tüm Ankaray’ı doldurdu. Hüzünlü ve bezgin konuşuyordu.

“Pek muhterem efendiler. Dün ülkemize gelen fırsat ne yazık ki şu anda gördüğünüz zat tarafından yapılan hatalı hesaplamalar neticesinde zayi olmuş olup, satın aldığınız ürünlere rağmen fırsatlar ülkemizi teğet bile geçmemiştir. Ülkece kaybımız yüksektir. Ancak Gündem Masası ve Fırsatları Ayarlama Enstitüsü ulvi görevi gereği içi kan ağlayarak da olsa evladı olan MKİM 3033 Zayi İrdal hakkında yasal işlemleri başlatmış olup, memuriyetle ilişiği kesilmiştir. Lütfen yaptığı bu hataya rağmen bedbaht Zayi İrdal’ı hor görmeyiniz. Saygılarımla arz ederim.”

Birden sesi canlandı. Eski neşesi yerine geldi.

“Yeni fırsatların eli kulağında. Unutmayın konu fırsat ise gerisi teferruattır. Bizi izlemeye devam edin. Az sonra bugüne özel Kuantum Loto ile Hülya Kübra.”

6 yorum:

Banu dedi ki...

Pek leziz. Biz bir de "dinlemek" isteriz bu hikayeyi.

Hakan dedi ki...

hehehehehahHAHAHAHHEAHEHAEHHAHEH

öldüm bittim... başarılı!

Roulth dedi ki...

Nihahahha! Bu ne yav? Tüylerim diken diken oldu. En kısa sürede bu da podcast yapıla. Var mı benden başka bu işe gönüllü olan? :)

Hakan dedi ki...

Dun aksam dusunuyordum, acayip Philip K. Dick tadi da var bu hikayede.

Hakan dedi ki...

Eralp, en iyi sen okursun gibime gelmekte. :)

EnT dedi ki...

Bilişim Derneğinin yarışmasına göndermiştim. Emme finale kalamadım. Snıf snıf.