Cumartesi, Ocak 16, 2010

Hesap Kitap

Elif aynaya son bir kere baktıktan sonra kendisine güvenli ve gururlu bir şekilde evinden çıktı ve tepeden aşağı yürümeye başladı. Boğaz, saraylar ve camiiler bu soğuk ama güzel Ocak gününde bütün görkemleriyle güneşin ışıkları altında parıldıyordu.

Elif İçişleri Bakanlığının bahçe kapısına geldiğinde heyecanı ve merakı iyice azalmıştı. Bir tanıdığı ilginç bir karakterden bahsetmişti. Kapıdaki bekçiye ismi verip yol tarifini aldı ve yüce bakanlık binasının karanlık labirentini dolaşmaya başladı.

Bodrum katında, karanlık küçük bir odada Hikmet Efendi'yi buldu. Yanında ufak tefek bir gavur oturmaktaydı. Hikmet Efendi ile hızlı bir şekilde ingilizce konuşmaktaydılar. Hikmet Elif'i kapının eşiğinde görünce ayağa kalktı ve yabancıyı göstererek hızlıca "Elif hanım, bahsettiğim kişi budur. Mösyö Babıç" dedi.

Elif, Hikmet'in terbiyesizliğine çoktan alışmıştı. Hikmet son derece kolay heyecanlanan, sürekli aklına gelen fikirleri kovalamaktan insanlarla pek anlaşamayan birisiydi ve görgü kurallarını pek kafasına sokamamış birisi olsa bile Elif'in sevdiği insanlardan birisi olduğundan bu davranışı pek dert etmeden Babıç'a elini uzattı.

"Sizden çok bahsedildi Babıç efendi. Benim adım, Hikmet'in dediği gibi, Elif. Medrese'de öğrenciyim."

Babıç'ın şaşkınlığı belliydi. 'Hanımefendi, çok iyi ingilizce konuşuyorsunuz. Tanıştığımıza memnun oldum. Saygıdeğer Padişah'ınız beni imparatorluğunuza davet ettiğinden beri muhteşem insanlarla tanışmaktayım. Ne yazık ki benim hayallerim Avrupa ülkelerinde istenmiyor. Kilise incilde olmayan herhangi bir bilimin gerçek olamayacağını beyan ettiğinden beri benim gibi mühendisler, bilim adamları istenmeyen insanlar ilan edildi. Çok şükür Padişahınız ve ulemalarınız yeniliklere açıklar."

"Ah Mösyö Babıç, bunları dert etmeyin. Yeni bir dünyadasınız artık. Hikmet Efendi bazı meraklarımızın benzer olduğunu söylüyor. Her ne kadar hayli genç olsam da umarım beraber çalışabiliriz".

Bakışları Elif'in gözlerine takılmış Babıç'ın kaşları hafifçe kalktı. Hikmet ise bir birine, bir ötekine bakarak acaba büyük bir hata mı yaptıgını düsünüyordu.

Aradan yazlar, baharlar, kışlar geçti. Soğuk ve sisli bir Aralık sabahı artık saçları bembeyaz olmuş, sırtı bükülmüş bir Elif Hanımefendi, konağının kapısından yavaş yavaş çıkarak yürümeye başladı. Sarı, kirli bir sis yüzünden göz gözü görmüyordu. Elif, elindeki mendili agzına ve burnuna tutarak etrafına bakındı. Böyle bir günde geç konağın önündeki boğaz, bahçedeki elma ağaçları gözükmüyordu. İskeleye vardığında vapur çoktan gitmişti. İskeledeki elektrikli kayıkların birisine yardım alarak bindi ve sessizce yola çıktılar. Kayıkçı siste bir şey göremediğinden yavaştan alıyordu. Uzaktan vapurların kornaları duyuluyordu.

Kendi kendine "Bir yerde yanlış yaptık Babıç efendi." dedi. Hedefi eski sevgilisinin mezarıydı. "Bir yerde yanlış yaptık. Hesap Makinamıza bütün bildiklerimizi girdik ama istediğimiz gelecek bu değildi Babıç efendi."

Hikmet, Babıç ve Elif beraber Osmanlı'ya Hesap Makinasını tanıtmıştı. Diğer gavur ve yerli ulema bu cihazın değerini anlamış ve Osmanlı'yı dünyadaki en büyük güç yapmıştı. İstanbul bütün dünyanın en ileri, en kuvvetli şehri haline gelmiş, Hesap makinası sayesinde uzaya bile adam göndermiş olmasına rağmen havası suyu yaşanmaz hale gelmişti.

Elif, kayığın önünde, gözleri dik bir şekilde sise bakıyordu. "Belki bu işin içinden bir şekilde kurtuluruz. Çokça dediğin gibi 'Yetersiz bilgi kullanmaktan gelen hatalar, hiç bilgi kullanmamaktan gelen hatalardan azdır'. Umarım Sadrazam Hikmet efendi izin verir Hesap Makınasını tekrar kullanmama."

Sislerin içinden bir vapur aniden bitiverdi kayığın yanında. Kayıkçının gözleri faltaşı gibi açıldı. Vapur yoluna devam ettiğinde geride sadece birkaç tahta parçası kalmıştı. Gelişimi artık kimse durduramayacaktı.

Hiç yorum yok: