Bazen bekleriz, bekleriz, bekleriz. Hayaller kurarız. Kendimizi hazırlarız, pompalarız. Yüksek beklentiler yaratırız. Heves yaparız, arkadaşlar arasında konuşur, nasıl istediğimizi anlatırız, birkaç resimden nasıl olacağını hayalleriz, hayal gücümüzün bizi götürdüğü yerlere gideriz.
Ondan sonra gelir önümüze esas eser. Şanlı Edessa’da künefe yemekten tut, yeni bir Yıldız Savaşları filmine kadar, önümüze sunulan hayallerini kurduğumuzun bir gölgesidir ancak. Bir tadına bakarız, ama aklımızın bir köşesinde hep bizim umduğumuz vardır. Elimizdeki hiç de vasat olmasa da, ortalamanın üstünde olsa da, biz bir şaheser beklerken elimizde ancak ‘iyi’ bir şey vardır… Bunun verdiği acı, o kadar hakkında konuştuğumuz arkadaşlarımızdan utanmamız, kendimize kızgınlığımız, hepsi birden ‘ne bu yaaaa’ sorusuna dönüşür. Oysa ki sorun önümüzdeki değil, hayallerini kurarken çok yüksek çıtaları geren bizlerdir. Çıta alçakta olsa hop, üstünden atlardık ancak boyumuzun çok üstündeki bir çıtanın değil üstüne çıkmak, altından bile zor zıplayınca tad iyice kaçar…
Valerian & Laurelline orjinal sahneleri... |
The Last Jedi bir yana, Luc Besson’un çoktandır hevesle beklediğimiz filmi, Varerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu aynen böyle oldu çoğumuza.
Kaynak materyal, Valerian / Laureline çizgi romanları fransız ekolünün bilim kurgu çizim şaheserlerinden birisi. Yıldız Savaşlarına kaynak olduğu iddia edilen, Luc Besson’un diğer popüler bilim kurgu filmi 5. Element’te de görsel olarak hayli araklanan Valerian’ın Luc Besson film adaptasyonu çok uzun süredir konuşuluyordu.
Empire of a Thousand Planets (Bin gezegen İmparatorluğu), bu çizgi roman serisinin ikinci kitabıydı. Her ne kadar ben kendim okumasam da, adını bolca duyduğum bir şey. (Not: Tam şu anda Amazon’da ilk cildi bedavaya indirebilirsiniz - umarım bu kampanya size de yarar, Kindle değil de tablette çok iyi okunur - bu yazıyı yazar yazmaz ben de buna girişeceğim çünkü çok sabırsızım).
Çizim tarzı olarak Metal Hurlant’tan çok bizim Leman tarzı dergilere yakın olan bu çizgi romanlar, ilk olarak 1968’de yayınlandığından beri insanları etki etmeye devam ediyor. Bir Fransız yönetmen olan Luc Besson’un bundan hayli etkilenmesi de haliyle çok normal. Dikkatimi çeken bir nokta da, her ne kadar filmin adı ‘City of the Thousand Planets’ olsa da, Türkçesini çizgi romanın adıyla vizyonlara girmiş olması. 1959 doğumlu Besson, tam bunlar yayınlandığında 10 yaşına basmak üzereymiş ki bir çocuğun hayal gücünü etkilemenın tam zamanı. Ben de tam 10 yaşlarında okuduğum Gırgır’lardaki gerek Bülent Arabacıoğlu’nun çocuksu En Kahraman Rıdvan’ın uzay maceraları, gerek Galip Tekin’in daha derin ve karışık hikayelerinden çok etkilenmiştim.
Luc Besson, bir yerde şanssız bir yönetmen. Benim hep Hollywood dışı ekolü olarak bildiğim birisi olmasına rağmen, Fransızlar da kendisini çok Hollywood diye bilirmiş.
En iyisi biraz filme gelelim.
Valerian ve yandaşı Laureline, bir gezegene göreve gönderilirler. Muhteşem bir şekilde görsellenmiş, yapay gerçeklik ile çalışan, milyonlarca farklı ırklar ve gezegenlerden katılımlarla resmen olağanüstü bir ‘kapalı pazar’da bir alışverişe müdahale eden Valerian, çok maceralar sonrasında materyalleri çoğaltabilen bir yaratığı kapıp ilk gorevini başarı ile bitiriyor. Bu arada kaptıkları bir ‘inci’ Valerian’ın çok ilgisini çekiyor.
Binlerce ırkın ortak eseri olan bir uzay istasyonuna gidip burada yeni bir görev üstleniyorlar. Uzay istasyonunun en eski ve orjinal kısmı olan merkezinde bir radyasyon vardır ve bu her gün daha çok yayılmaktadır. Valerian ve ekibi tam bunu incelemeye görevlendirildiği sırada bir grup bilinmeyen uzaylı bunlara saldırarak Valerian’ın komutanını kaçırırlar. Arkalarından Valerian ve Laureline koşuşturmaya başlar, ve binlerce farklı ırkın ve yaşam şeklinin olduğu bu uzay istasyonunda maceralar başlar.
Başrollerde Dana DeHaan ve Cara Delevingne oynarken iki aktörü de pek tanımadığımı itiraf edeyim. Filmin ilerleyen sahnelerinde de Rhianna oynuyor ki bu kişiden, gittikce yaşı ilerleyen bir metalci olarak, hiç haberdar olmadığımı söylemem lazım - sahnesi gelince tanımadığım bir aktör olarak baktım.
Dana DeHaan geniş bir biyografiye sahip, güya aktörlüğü iyi biliyormuş, ancak bu filmde bunun eserini görmek zor. Delevinge ise, basitçe söylersek, sahnelerde bakışları dışında pek aktörlük yapmıyor. Bir yerde son derece iyi aktörlerinde kötü veya özen vermeyen yönetmenler sayesinde bizlere çektirdikleri düşünülürse - mesela Yıldız Savaşlarıinda üç film Ewan McGregor gibi iyi bir aktör bize mide ağrıları çektirmişti ve suçlu tümüyle George Lucas idi.
Senaryo ise bir ileri bir geri, biraz sarsaklayarak gidiyor, dört pistonundan üçü çalışan bir araba gibi, bolca gürültü patırtı, arada bir heyecan, sonra yol kenarında çekici beklerken yaşanan bıkkıntı, arkasından iki şişe rakıyı dikmiş bir çekici şoförünün çektirdikleri! Ve en sonunda tek parça olarak sanayi sitesine girip tamiratlara başlamanın rahatlığı, en sonunda da kredi kartının limitine vurdurmanın hayal kırıklıkları....
Abarttım biraz ama son derece barışçı ve pasifist çizgilerde bir senaryo varken bunu daha çok sevmem gerekirdi. Filmden kesinlikle memnun kaldım, en azından THY’nin kesip biçtiği halinden, ama hayran kalmadım, yıllarca hakkında bahsedeceğim bir eser çıkmadı.
Öte yandan, patlamış mısır misali, çerez gibi izlenecek ve zevk alınacak bir film idi Valerian. Bu kadar meşhur bir çizgi romanına değer miydi bu derseniz, hayır, ancak bazen insan istediğini ve hayal kurduğunu değil, önüne sunulanı beklentisiz ve tasasız bir şekilde tüketirse son derece daha mutlu olabiliyor.
Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu, 2017 yapımı olup, bütün multimedya sistemi çalışan ve süresi iki saatten uzun olan THY uçuşlarında izlenebilir. Belki siz daha rahat ortamlarda izlemeyi başarırsınız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder