"Tamam tamam Hikmet efendi, unutmam, artık 10 yaşında değilim."
Bu sözlerle konağın kapısını kapatıp yola koyuldu Elif. Çankaya yokuşundaki bahçeden çıkıp bir yukarılara, yüce liderin konağına gözü gitti, sonra aşağılara doğru yola koyulmaya başladı.
Karşısında bütün Ankara gizliydi, hiç bir şeyini göstermeden belli ediyordu varlığını. Çankaya üst tabakası ile Ulus tarafındaki alt tabaka arasına sıkışmış bir bulut tabakası, bu kış sabahında renkleri ayrıca bir soluklaştırmaktaydı. Yüzbinlerce canın ısınmak için yaktığı kömürlü ve odunlu sobaların dumanları daha erkenden şehri kaplamış, Çankaya'nın sırtından aşağı koyu bir bulut tabakasının üstünden daha yeni doğmuş güneş, gaz maskesinin camlarının arasından eski zamanların nefret dolu bir tanrısı gibi tebaasını tapınmaya çağırır gibiydi ama nerdeee....
Erkenden buluşma sözü verdiği için adımlarını hızlandırdı ve yokuştan aşağı inmeye başladı Elif hanım. Tam sisin arasına girmeden batı ufkunda sinek gibi bir sağa bir sola uçuşan, yana döndükçe kanatları parlayan uçakları gördü ve kalbi pır pır attı. Eski sınıfından Hızır her gün hayatını tehlikeye atanlardandı. Gönüllü cepheye gittiği günü andı, arkadaşının salaklığına diyecek birşeyi o gün de bulamamıştı. Öte yandan hain İngilizlerin Ankara'yı bombalamasını engelleyen tek şey Hızır gibilerin cesaretiydi.
Akif ile buluşacakları kahveye gelince dikkatlice çift kapıdan geçti, gaz maskesini çıkartıp omzuna astı. Saat daha erken olduğundan içeride henüz pek kimse olmadığından Akif Elif'i hemen farketti ve elini sallayarak yanına çağırdı.
"Elif hanım, hoşgeldiniz, umarım yürüyüşünüz keyifliydi. Oğlum, iki çay getir!"
"Akif bey, siz benden de erkencisiniz, çok mu merak ediyorsunuz yorumlarımı?"
"Pek tabii ki, ilk okuyan sizsiniz."
Elif masaya oturdu, kahvehanecinin çırağının getirdiği çaya şekerini atıp karıştırdı. Pek bir acelesi yoktu. Hızır ve arkadaşları cephede savaşmaya gideli beri konuşacak pek bir arkadaş edinememişti ve Akif ile sohbet etmek en büyük zevklerinizden birisi olmuştu.
"Akif bey, yazdıklarınız hakkında sert yorumlarım olacak, kusura bakmayın eğer ağır gelirse dediklerim."
"Yok haaşaa, olur mu? En sert laflarınızı esirgemeyin."
"Açıkçası bu güne kadar yazdığınız en büyük saçmalık. Yazdıklarınız hiç de olası değil. Nasıl bu kadar uydurursunuz inanamadım!"
"Ama Elif hanım??!!"
"Susun da dinleyin! Diyorsunuz ki Mustafa Kemal Paşa Sakarya meydan muhaberesinde ölmeseymiş herşey bir farklı olurmuş. Bir insanın tarihi bu kadar değiştirmesi mümkün değildir."
"Vallahi Elif hanım, Kemal Paşa o ana kadar milli mücadeleyi göturen adamdı, herşey onun başının altından çıktıydı."
"Külliyen yalan, palavra. Rauf efendi, Fevzi Çakmak efendi ve nicelerini nasıl unutursunuz? Yüce liderimiz değil miydi İnönü'nde gavurları durduran, arkasından Sakarya'da sipheleri kazdırıp hem İngilizleri hem yunanlıların ilerlemesinin önünü kesen, arkasından 14 yıl boyunca aynı yerde tutan?"
Akif bu saldırganlığı beklemiyordu. Elleri titreyerek cebinden bir sigara kutusu çıkarttı, kahvehaneci boşları toplamaya gelmişti ki hemen bir kibrit çakıverdi. Derin bir nefes çekip, bir gri duman arasında ne cevap vereceğini düşünmeye çalışırken Elif bu sessizliği kabullenme olarak görüp biraz acıdığındna tekrar lafa başladı.
"Tabii ki Mustafa Kemal Paşa'nın savaştaki katkıları hatırlanmaya değer ancak kendisi kendi ölümüne yol açtı. Dumlupınar'ın galibi Gelibolu'daki gibi eline bir nişancı tüfeği alıp Yunanlıları vurmaya kalkışmasaydı belki dedikleriniz olurdu. Belki Sakarya muhaberesi gerçekten 14. gününde biterdi, belki iki taraf toparlanmak için zaman bulurdu, belki bir sonraki yaz sonu büyük bir hücumla hem Yunanlıları hem İngilizleri dışarı atardık, ne Almanlardan ne de Ruslardan yardım almadan!"
"Elif hanım, bence biraz haksızlık yapıyorsunuz. Mustafa Kemal Paşa bir keskin nişancı tarafından vurulmasaydı burdaki savaş devam etmezdi, birkaç seneye biterdi bence. Kitabımda uzun uzun anlattım, kendisini tanıyanlar gerek Saltanat'a, gerek imam tayfasına nefretinden bahsederler. Eğer bu savaş hemen bitse İngilizlerle Ruslar arasındaki yüzyıllarca süren mücadele sona ererdi, Almanya yenik bir ülke olarak kalmaya devam ederdi, buradaki mücadelenin teknolojik yanı olmaz, bütün dünya yıllarca sürecek bir barışta mutlu mutlu yaşardı."
"Hiç zannetmiyorum Akif efendi. Dediğim gibi bence çok uçmuşsunuz. Nasıl Alman imparatorluğunun hemen pes edeceğini düşünmüşsünüz anlamıyorum. Sağolsunlar, bizim hala emperyalistlerle mücadelemizi görüp hemen kendilerini toparladılar, bize destek çıktılar. Uçak ve silah fabrikalarını Sivas yöresinde kurdular, bilim adamlarını gönderdiler. Rus yoldaşlar da cabası. Hep beraber savaşıyoruz İngilizlere ve hain Yunanlılara karşı 14 yıldır. 14 günde bitecek bir savaş değildi Sakarya."
Akif diyecek birşey bulamadı. Elif de dostuna biraz sert çıktığını farkettiğinden bakışlarını masaya çevirdi ve susakaldı. Kahvehaneci elinde iki taze tavşan kanıyla geldi ve "Akif bey, Elif hanım, buyrunuz, ateşli ateşli tartışıyorsunuz yine, gören de iki aşık kavga ediyor zanneder!" dedi.
Akif kahvehanecinin tepsisinden bardağı hışımla kaptı. Elif ise kızarmış yüzünü nasıl saklayacağını dert ederken kahvehaneci devam etti.
"Kusura bakmayın, kulak kabarttım. Siz gençler bilmezsiniz. Kemal Paşa bizi nasıl etkilemişti. Ben hem Gelibolundaydım hemde Sakarya'daydım. 13. gün akşamı iki taraf da mahvolmuştu. Paşalar hep beraber cepheye gelmişlerdi, zirvelerin ötesine bakıyordu. Ben de hemen orada yanlarındaydım bir şans. Aralarında ordunun ne kadar yorgun olduğunu, Yunanlı pes etmezse kaybedeceğimizi konuşuyorlardı ki Kemal Paşa sinirlendi, eline bir tüfek kapıp zirvenin tepesine kadar çıktı. Etraftan vızır vızır mermiler uçuşuyordu. Kemal Paşa ölümsüzlüğüne inanıyordu. Gelibolu'da gavurlarla mücacelemizde de aynısını yapardı, hepimizin yüregine güç katardı. Ancak şans işte. Elindeki tüfekle tek tek nişan alırken birden bir mermi kafasının yarısını uçurdu ve zirvenin üstüne öylece düştü. Bütün ordunun gücü o an gitti. Hepimiz olduğumuz yerde kaldık. Yavaş yavaş haber cephe boyunca yayıldı. Anafartalar'ın galibi Mustafa Kemal Paşa gitmişti."
Saşkın kalan Arif ağzı açık kahvehaneciye bakıyordu. Kahvehaneci nerde olduğunu bilmez gibi elini uzatıp Arif'in elindeki sigarayı aldı ve derin bir nefes çekti.
"Orda, o an bir millet öldü çocuklar. Hayallerimiz, ümitlerimiz, hepsi Kemal Paşa ile o zirvede kaldı. İsmet Paşa iyi bir asker olsa da Kemal Paşa gibi bir lider değildir, resmi tarihe inanmayın. Tek bir cephe savaşını bile kazanamıştır. İnönü'de Yunan pes etmeseydi biz bitmiştik. O zamandır ne yaptık? Hain Padişah hala İstanbul'da, gavurlar ülkenin yarısını işgal etmiş. 14 yıldır biz de her gün Yunanlıyla savaşıyoruz, İngiliz uçakları bizi zehirleyecek diye korkuyoruz. Yaktı bizi İsmet Paşa..."
Kendini ilk toparlayan Elif oldu.
"Hain! Alçak! Nasıl Milli Şef hakkında böyle konuşursun?"
Kahvehaneci de utandı, yüzünü yere dönüp "Umarım bir gün mücadelemizde başarılı oluruz, gençler, bunlar sizin tasanız artık" diyerek ocağının yanına gitti, omuzları çökük bir şekilde.
Akif ve Elif bir süre seslerini çıkartmadan oturdular, yaşadıkları günleri ve alternatifleri düşünerek. Aniden dışarıdaki bulutlar açıldı ve kahvehanenin içi güneş ışıklarıyla doldu.
Akif, Elif'e dönerek "Biraz yürümek ister misiniz Elif hanım?" diye sordu. Elif başını sallayınca ayağa kalkıp dışarı çıktılar.
Ağaçların arasından sokaklarda manasızca dolaşırken üstlerinden bir grup jet büyük bir patırtı ile geçti. Akif, Elif'e dönerek konuşmaya başladı.
"Belki haklısınız Elif hanım. Sakarya 1921 yazındaydı. Aradan sadece 14 yıl geçti. 1935 yılındayız. Belki ben fazla attım yazarken. Benim hayalimdeki dünyada 1935 yılında Mustafa Kemal hala başımızda. Jet uçakmış neymiş, hiç bir şey yok."
Aniden bir gümbürtü duydular, başları doğuya cevrildi. Kırıkkale yönünden batıya doğru üzerlerinden geçen beyaz ize baktılar. Elif cevap verdi Akif'e:
"Emin değilim Akif efendi, belki siz haklısınız. Belki daha güzel olurdu, barış içerisinde bir dünya. Alman fon Braun efendi ile Yoldaş Korolyev belki beraberce İngilizlere karşı Anadolu'da çalışmazdı. Belki dünyanın barış dolu olduğu bir zaman içerisinde amaçları fezaya erişmek olurdu, belki bu zamana Ay'da bizim yaşadığımız dünyayı konuşurduk."
"Ah ah Elif hanım, sizin hayal gücünüz benimkinden zengin!"
Dipnot: İlk laf Kansu'nundur, bisürü tenkyu!