Basar, Eralp, Hakan ve Kansu. Konular:
- Ikinci el kitaplar
- Dijital Kitaplar ve DRM
- Her bi boka muhalefet cikan ingilizler
- Turkce Ceviriler
- Eralp ve bu gunlerde cevirdikleri
- Stephen Donaldson, Gap ve Covenant serileri
- Elif Safak ve Turkceye gerisin geriye ceviri olayi
- Askerde nasil kitap okunur
- Ceviriler ve terimler
- Baskan Yayinevi anilari ve ne kadar boktan olduklari
- Japon Bilim Kurgu olayi
- Japonlarin adaptasyon cilginligi
Salı, Haziran 30, 2009
Cuma, Haziran 26, 2009
Roman: Conventions of War
CONVENTIONS OF WAR
Walter Jon Williams
EOS
ISBN: 978-0-380-82022-1
Walter Jon Williams’ın Dread Empire’s Fall serisinin üçüncü ve son kitabı Conventions of War’da böceksi Naxid ırkı ile evrenin diğer ırkları arasındaki iç savaş nihayete eriyor.
Tüm evrenin efendisi olan Shaa ırkının ortadan kaybolmasının ardından başkaldıran Naxidlerden birinci romanda sağlam dayak yiyen ve ağır kayıplar veren diğer ırklar ikinci roman boyunca geliştirdikleri yeni taktiklerini deneme fırsatını bu romanda buluyorlar.
Kahramanlarımızdan Lord Gareth Martinez Dünya kökenli İnsan ırkının taşralı bir ailesinden gelen yakışıklı ve yetenekli bir subay. Lord Gareth sayıca üstün düşman filosuna karşı önce taktisyen sonra da birlik komutanı olarak elinden geleni ardına koymuyor. Geçmişi karanlık kadın kahramanımız Lady Sula ise işgal altındaki başkent (başgezegen) Zanshaa’da yeraltı direnişini örgütlüyor. Bir zamanlar kısa süreli bir aşk da yaşamış olan kahramanlarımız bu kez birbirlerinden ışıkyılları uzaktalar ama vazife değişmiyor: isyankar Naxidlere ölüm.
Bilim Kurgu dünyasından hakettiği ilgiyi ve saygıyı bugüne kadar görememiş olan Walter Jon Williams bu romanda da Space Opera türünün en etkileyici örneklerinden birini veriyor; deyim yerindeyse Space Operanın kitabını yazıyor. Uzay gemilerindeki görevlerine yanlarında uşakları ve aşçıları ile gelen soylu subaylar, uzun uzun anlatılan yemekli toplantılar ve düğünler, büyük çaplı uzay savaşları, kahramanlık gösterileri, aşk ve entrika bu romanda da müthiş bir uyumla içiçe geçiyor. Roman boyunca tempo hemen hiç düşmüyor. Lady Sula üç kişilik örgüt hücresiyle düşe kalka da olsa bir direniş hareketi başlatmaya çabalarken de heyecan var, Lord Martinez uzayda relativistik hızlarda ilerleyen roketleri bertaraf etmeye kasarken de. Dizi romanların neredeyse hepsinde var olan “esas oğlanla esas kıza bişey olmaz” kuralına uymakla beraber, Walter Jon Williams karakterlerini sık sık gerek siyasi arenada, gerek aşk hayatında zor durumlara düşürüp, okuyucunun ilgisini diri tutmayı başarıyor.
Dizinin artık uzamayacağını da bildiğimden, gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. Yazarın kro Amerikalı görüntüsüne aldırmayınız. Her üç romanı da edininiz, okuyunuz.
Walter Jon Williams
EOS
ISBN: 978-0-380-82022-1
Walter Jon Williams’ın Dread Empire’s Fall serisinin üçüncü ve son kitabı Conventions of War’da böceksi Naxid ırkı ile evrenin diğer ırkları arasındaki iç savaş nihayete eriyor.
Tüm evrenin efendisi olan Shaa ırkının ortadan kaybolmasının ardından başkaldıran Naxidlerden birinci romanda sağlam dayak yiyen ve ağır kayıplar veren diğer ırklar ikinci roman boyunca geliştirdikleri yeni taktiklerini deneme fırsatını bu romanda buluyorlar.
Kahramanlarımızdan Lord Gareth Martinez Dünya kökenli İnsan ırkının taşralı bir ailesinden gelen yakışıklı ve yetenekli bir subay. Lord Gareth sayıca üstün düşman filosuna karşı önce taktisyen sonra da birlik komutanı olarak elinden geleni ardına koymuyor. Geçmişi karanlık kadın kahramanımız Lady Sula ise işgal altındaki başkent (başgezegen) Zanshaa’da yeraltı direnişini örgütlüyor. Bir zamanlar kısa süreli bir aşk da yaşamış olan kahramanlarımız bu kez birbirlerinden ışıkyılları uzaktalar ama vazife değişmiyor: isyankar Naxidlere ölüm.
Bilim Kurgu dünyasından hakettiği ilgiyi ve saygıyı bugüne kadar görememiş olan Walter Jon Williams bu romanda da Space Opera türünün en etkileyici örneklerinden birini veriyor; deyim yerindeyse Space Operanın kitabını yazıyor. Uzay gemilerindeki görevlerine yanlarında uşakları ve aşçıları ile gelen soylu subaylar, uzun uzun anlatılan yemekli toplantılar ve düğünler, büyük çaplı uzay savaşları, kahramanlık gösterileri, aşk ve entrika bu romanda da müthiş bir uyumla içiçe geçiyor. Roman boyunca tempo hemen hiç düşmüyor. Lady Sula üç kişilik örgüt hücresiyle düşe kalka da olsa bir direniş hareketi başlatmaya çabalarken de heyecan var, Lord Martinez uzayda relativistik hızlarda ilerleyen roketleri bertaraf etmeye kasarken de. Dizi romanların neredeyse hepsinde var olan “esas oğlanla esas kıza bişey olmaz” kuralına uymakla beraber, Walter Jon Williams karakterlerini sık sık gerek siyasi arenada, gerek aşk hayatında zor durumlara düşürüp, okuyucunun ilgisini diri tutmayı başarıyor.
Dizinin artık uzamayacağını da bildiğimden, gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. Yazarın kro Amerikalı görüntüsüne aldırmayınız. Her üç romanı da edininiz, okuyunuz.
Çarşamba, Haziran 17, 2009
Yeni Yazar
Kansu Dinçer yazar kitlemize katıldı. Hosgeldin Kansu Kardeş!
Podcastlara katıldıktan sonra yazarım dedi. Bakalım ne yazacak!
Podcastlara katıldıktan sonra yazarım dedi. Bakalım ne yazacak!
J.R.R. Tolkien - The Legend of Sigurd & Gurdun
J.R.R. Tolkien - The Legend of Sigurd & Gurdun diye bir kitap çıkmış, direk kaptım. £18.99 hard cover. Yuh.
Norveç efsanelerine dayanan bir takım şiirleri ve notları içeren kocaman bir kitap. Daha okumaya başlamadım ama süper bir kapağı var.
Açıkcası merak ediyorum, Christopher Tolkien daha kac cilt çıkartacak babasının notlarından. J.R.R. Tolkien yazmış da yazmış. Afferin amcaya da arada süpheye düşüyorum acaba Christoper bunları yazıp yazıp bize "babam yazdı notlardan aha" diyerekten kakalıyor mu diye....
Bunca yıl içerisinde babamın diyerekten çıkarttığı kitaplara bakarsak:
Turin Turanbar ve Nienor'un hikayesi ve Beleg ve Luthien'in maceraları beni hep Yüzüklerin Efendisi'nden çok etkilemiştir. Luthien'in ay ışığında ormanda dansederken Beleg'in onu görüp aşık olması, Luthien'in annesi ve babası olan Thingol ve Melian'in yine ormanda birbirlerini görüp birbirlerine bakışırken değil mevsimlerin, değil yılların, yüzyılların geçmesi son derece hoş olaylar. Ayrıcana Smaug ile Glaurung'u karşılaştırmak mümkün değil. Glaurung tam bildigin adi pislik ejderha iken Hobbit'in Smaug'u bir kedi yavrusu şirinliğinde kalıyor.
Neyse...
Norveç efsanelerine dayanan bir takım şiirleri ve notları içeren kocaman bir kitap. Daha okumaya başlamadım ama süper bir kapağı var.
Açıkcası merak ediyorum, Christopher Tolkien daha kac cilt çıkartacak babasının notlarından. J.R.R. Tolkien yazmış da yazmış. Afferin amcaya da arada süpheye düşüyorum acaba Christoper bunları yazıp yazıp bize "babam yazdı notlardan aha" diyerekten kakalıyor mu diye....
Bunca yıl içerisinde babamın diyerekten çıkarttığı kitaplara bakarsak:
- 12 Cilt Middle Earth tarihçesi (bunların bazıları gerçekten süper, Lays of Beleriand mesela dumur edici bir şey) - hepsi Christopher Tolkien tarafından derlenmiş
- 12 tane ayrıca ölümünden sonra yayınlanmış bir takım kitaplar (bir kısmı Middle Earth, birisi Silmarillion, mektuplar ve bu kitap) - bunlarında çoğunluğu Christoper Tolkien işşi
- artı J.R.R.'ın yazdığına emin oldugum 9 adet ölümünden önce yayınlanmış kitaplar (Yüzüklerin Efendisi tek bir kitap sayılıyor, onu da bölersek üçe 12 de burası ediyor).
Turin Turanbar ve Nienor'un hikayesi ve Beleg ve Luthien'in maceraları beni hep Yüzüklerin Efendisi'nden çok etkilemiştir. Luthien'in ay ışığında ormanda dansederken Beleg'in onu görüp aşık olması, Luthien'in annesi ve babası olan Thingol ve Melian'in yine ormanda birbirlerini görüp birbirlerine bakışırken değil mevsimlerin, değil yılların, yüzyılların geçmesi son derece hoş olaylar. Ayrıcana Smaug ile Glaurung'u karşılaştırmak mümkün değil. Glaurung tam bildigin adi pislik ejderha iken Hobbit'in Smaug'u bir kedi yavrusu şirinliğinde kalıyor.
Neyse...
Podcast ve blog durumları
Merhaba millet,
Şu günlerde biraz beceriksiziz. Eralp'in yeni ufaklığı, Başar'ın yeni işi, Mert'in ve benim yoğunluğum derken bir tek Kansu kaldı "hani kayıt hani kayıt" diye bağıran. Bu pazar kayıt fırsatımızı çok kötü kaçırdık. Mitra izin verirse bu pazar bir kayıt yapmayı umuyoruz. Eğer becerirsek hafta içine edit edip postalarım.
Başka neler yapıyoruz? Mert şu günlerde başka yerlere hikaye yazıp göndermekle meşgul. Umarız ödüllü yazarımız olur. Yiğit çevirilerle uğraşmakta. Başar ev aramak ve yeni işine alışmakla uğraşıyor. Beni sorarsanız oturup Sci-Fi London 8'in anılarını ve yorumlarını yazıp web sayfasına koydukları kısaları izlemek ile hayatımın geri kalanındaki milyon küçük projelere zaman ayırmakla geçiyor, kalanı ise boş boş tavana bakmakla! Eralp'ten pek haber alamadım son günlerde ancak ufak popolardan bok temizlemekte olduğuna dair bir izlenim var bende.
Ayrıcana becerirsek gelecek podcastımızda yeni bir ses de olabilir!
Kusura bakmayınız, birşeyler gelecek yakında.
Şu günlerde biraz beceriksiziz. Eralp'in yeni ufaklığı, Başar'ın yeni işi, Mert'in ve benim yoğunluğum derken bir tek Kansu kaldı "hani kayıt hani kayıt" diye bağıran. Bu pazar kayıt fırsatımızı çok kötü kaçırdık. Mitra izin verirse bu pazar bir kayıt yapmayı umuyoruz. Eğer becerirsek hafta içine edit edip postalarım.
Başka neler yapıyoruz? Mert şu günlerde başka yerlere hikaye yazıp göndermekle meşgul. Umarız ödüllü yazarımız olur. Yiğit çevirilerle uğraşmakta. Başar ev aramak ve yeni işine alışmakla uğraşıyor. Beni sorarsanız oturup Sci-Fi London 8'in anılarını ve yorumlarını yazıp web sayfasına koydukları kısaları izlemek ile hayatımın geri kalanındaki milyon küçük projelere zaman ayırmakla geçiyor, kalanı ise boş boş tavana bakmakla! Eralp'ten pek haber alamadım son günlerde ancak ufak popolardan bok temizlemekte olduğuna dair bir izlenim var bende.
Ayrıcana becerirsek gelecek podcastımızda yeni bir ses de olabilir!
Kusura bakmayınız, birşeyler gelecek yakında.
Kurôn wa kokyô o mezasu - The Clone Returns Home - Klon Evine Doner - Evine Donen Klon
- Yönetmen: Kanji Nakajima
- Yıl: 2008
- Süre: 110 dakika
Resmi nah şurdan çaldım, kızmazlar umarım!
Herşeyden önce Eee 701'de Türkçe karakter kullanmak iğrenç bir olay. Yazamıyorum resmen!!! Yazma hatalarını filan affedin eğer kaçırdıysam arada.
Sci-Fi London 8, Başar ile benim 29 Nisan ve 4 Mayıs arasında takıldıgımız bir bilim kurgu film festivaliydi. Biz herşeye gidemedik ama hayli bir kısa film izledik, uzun metrajlarda da takıldığımız hayli bir film oldu. A.R.O.G ve G.O.R.A bile gösterildi (biz gitmedik). Kısa filmlerin bir kısmını web sayfalarında gösteriyorlar. Onların da yorumlarını yaparken ayrıcana postalayacağım o linkleri.
Herneyse, Sci-Fi London 8'deki bence en ilginç fimlerden birisiydi Klon Evine Doner. Sci-Fi London 8'un yöneticisi Louis Savy'e göre ismin birkaç farklı çevirisi mevcut ama en doğru şekilde çevirdiklerini iddia etti. Ben de nah yukarıdaki gibi çevirdim.
Japon yapımı olduğundan geyik, biraz boş ama eğlenceli bir film bekliyordum. Normalde Japon ürünü izlediklerimin macera, anime veyahut Kurosava'nın feci uzun ama ilginç filmleri olmasından kaynaklanan bir sorun.
Öncelikle bir ozetini geçelim. Burdan sonrası paso spoiler dolu. Eger izleme fikriniz varsa burada durun, gidin bir yerlerden edinin ve izleyin. Bence değer. Ozellikle orijinal Solaris'i beğendiyseniz.
Kahramanımz Kohei Takahara bir astronottur. Kohei'nin ESA ile mi yoksa Japonların kendi uzay programında mı çalıstığı pek belli degil. Filmin açılısında Kohei'nin iş arkadaşlarından birisi bir kazada ölür. Bu Kohei'yi sıradaki astronot yapar halihazırdaki görev için.
Japon Uzay Ajansı bir PR faciası daha olmasın diye Kohei'ye bir seçim sunar. Yeni ve çok gizli bir teknoloji ile Kohei'nin hafızası bilgisayarlara kaydedilecek, başına bir şey gelir ise DNA'sından bir klon yaratılıp hafızası bu klona yüklenecek. Her ne kadar Kohei'ye bu bir opsiyon olarak gösterilse de aksi bir karara pek bir şansının olmadığı üstleri tarafından açık açık soylenmese de imla edilir. Kohei de kimseye, özellikle eşine bir şey söylenmemesi şartı ile kabul eder.
Nitekim Kohei uzay istasyonunun dışında çalışırken başına bir kaza gelir ve nalları dıker. Bu arkadaşımıza artık Kohei #1 diyecegim, esas ve harbi Kohei.
Kohei'nin ölümü ailesine duyurulur. Kohei #1'nin eşi kendisine Klon olayından haber verilmediği için çok kızar ancak Japon Uzay Ajansı itiraz etme şansının olmadığını açıkca ortaya koyar. Haliyle Klon operasyonuna başlanır.
Unutulmaması gereken bir nokta, hafıza transferini geçin, su ana kadar dünyada kimsenin klonlanmadığı. Haliyle bu operasyonların etik konusundaki durumları çok muallak. Film boyunca gerek klonlama gerek hafıza transeri bolca tartışılıyor karakterler arasında. Güç sahibi olan Devlet kontrol altında tuttuğu canları istediği gibi kullanıyor. Bu aşamada klonlanan Kohei #1'nin yasal olarak ne haklara sahip olduğu çok muallakta. Kohei #1'in cesedi uzayda kaybolmuş durumda. Haliyle ne bir cenaze var, ne de bir [grief] durumu. Kohei #2'nin durumu daha da bir muallak. Sonuçta anasının karnından doğmadından bu yaratığa bir kişilik diyebilir miyiz? Hafızası bilgisayardan yüklenene kadar bu et ve kemik yığını kimdir?
Sonunda bir hastahaneye benzeyen bir yerde bir yatakta Kohei #2 ile karşılaşırız.
Şimdi işleri biraz karıstıralım.
Kohei bir çocuk iken meğerse bir ikiz kardeşi varmış. Film hayli bir geçmişe dönüşlerle dolu. İki kardeş arasındaki ilişkinin pek iyi olmadığı söylenebilir. Hep kendi aralarında suçları birbirlerine atmaktalar. Küçük Kohei'nin anladığı kadarıyla anneleri öteki kardeşi daha çok sevmekte. Filmde hayli bir süre iki kardeşin birbiriyle ilişkisi irdeleniyor.
Kohei #2 kendisine geldiğinde bir şok geçirir ve kendisini yıllar once bir nehirde beraber oynarken boğularak ölmüş kardeşi Norobu zanneder. Ne eşini tanır, ne de çevresindekileri. Sonunda kafası son derece karışık bir şekilde taşradaki bir hastaneye kapatılır. Uzay Ajansının liderileri ve doktorlar Kohei #2'nin başarısız bir deney olduğuna karar verir ve onu öldürüp tekrar denemeye karar verirler.
Bu arada Kohei #2 kafası son derece karışık bir şekilde hastaneden kaçar ve taşrada dolaşmaya başlar.
Burada filmin en hoş yanlarından birisine geliyoruz. Genelde Japon filmlerinde gördüklerim kalabalık ve hareketli şehirleri. Burada Japonya'nın ne kadar güzel bir yer olduğunu olaganüstü bir sinematografi ile göruyoruz. Açıkçası sinemada en ön koltuklardan izlediğimizden olsa gerek bana bütün film hafifçe flu gözüktüyse de eminin DVD veya BD ile izlendiğinde çok daha güzel olacaktı.
Kohei #2 bir nehir kenarında bir uzay elbisesi bulur! Uzay elbisesinin içinde Kohei #1'in vücudu vardır. Hala kendisini ikiz kardeşi zannettiği için Uzay gemisinin içindeki Kohei #1'i sırtına alarak çocukken yaşadıkları eve doğru yola çıkar.
Burada film biraz metafizikleşiyor. Pek tabii ki Kohei #1'in uzay elbiseli veya elbisesiz cesedinin Japonyaya tek parça olarak düşmesinin imkanı yok. Hatta bir yerde Kohei #2'nin sırtından alınır uzay elbisesi ve hurdalarla beraber çöpe atılır ancak Kohei #2 bir yıkıntıda dinlenirken Kohei #1 ve uzay elbisesi tekrar ortaya çıkar. Gittikçe hafızaları birbirine giren Kohei #2 bir tarlada yorgunluktan yıkılır ve sırtındaki uzay elbisesi ayağa kalkarak Kohei #2'ye destek olur. Uzay elbisesi bir çiftçi tarafından korkuluk olarak tasvir edilir ancak çiftçinin mi yoksa Kohei #2'nin mi bakış açısı gerçektir pek belli edilmez.
En sonunda Kohei #2 çocukken yaşadıkları evin yığıntısına gelir ve yıkılır.
Bu arada Uzay Ajansının liderleri hafıza transferi konusunda dünyadaki en büyük lideri projelerinde çalışıp yeni bir Kohei klonu başarılı bir şekilde yaratmaya ikna etmeye çalısmaktadır. Meğerse bu 'Sensei' kendi torununu klonlamayı başarnca mış, devlet de yakalayınca ev hapsine tıkılmış ve klon torunu 'imha' edilmiş!
Yine bu aşamada klonların ne olduğu ciddi bir şekilde tartışılıyor. Açıkça Japon devletinin klonlara özgür düşünen bir insan değil, kendilerine ait bir yaratık olarak baktığı kesin. 'Başarısız' deneyler hiç bir endişe güdülmeden 'imha' ediliyor. Ayrıca bilgisayarda tutulan hafızanın bir kişilik olup olmadıgı da irdeniyor.
Şantaj sayesinde sağlanan Sensei'nin yardımıyla yaratılan Kohei #3 bir başarıdır. Hafızası ve kişiliği yerinde olan Kohei #3, Kohei #2'den haberdar olunca onu aramaya yola çıkar ve neredeyse aynı yollardan geçerek (hatta Kohei #2'nin karşılaştığı çiftçiye de rastlayarak) çocukluk evinde bulur kendisini. Yıkıntının içinde içi boş bir uzay elbisesinin yanında Kohei #2'nin cesedini bulur. Çocuklukluğunda kardeşi ile oynadığı bahçeye cesedi gömer. Film de burada biter.
Eger orijinal Solaris filminin akışını çok hızlı bulduysanız bu film sizin için ideal. Filmin temposu gerçekten çok çok düşük. Bazı sahneler Solaris'teki manasız araba yolculuğu gibi uzun uzun devam ediyor (bu arada o araba yolculuğu sahnesi de Japonyada çekilmiş. Yönetmen "Yahu Japonya çok ileri bir yer, oraya gidip biraz film çekelim, gelecekte tadı verir" diye ekibi toplayıp Japonya'ya gider ancak bir bok bulamaz filme koyacak ancak uzuun bir tünelli üst geçitli bir çekimi sonunda kullanma kararı verir. Çok ilginç bir şey. Bu arada orijinal Solaris de benim favori filmlerindendir).
Arada işlenen olaylardan birisi ise Kohei'nin annesinin kanserden ölmesi. Annesi Kohei ve Norobu'yu hiç karıştırmayan ender kişilerden. Kohei #2 annesini ölüm döşeğinde ziyaret ettiğinde annesinin Kohei #2'yi Kohei olarak tanıması önemli bir nokta.
Bu arada Kohei #2 ve Kohei #3 sadece bizim bildiğimiz denemeler. Bir ara başkalarının da yaratıldığı ve imha edildigi ima ediliyor. Sonuçta böyle bir denemenin hangi etik kurallarıyla gerçek hayatta kullanılacağını bilemiyoruz. Iç organ yetiştirmek için klon yaratmak etik mi değil mi hala tartışılan bir konu. Bazıları en baştan klon yaratmaya karşı iken bazıları yaratılan klonların ruhlarının olmayacağını iddia ederken bana sorarsanız ruh denen kavramın varlığı bile belli değil. Ayrıca birden fazla aynı vücudun aynı anda aynı hafızalarla yaşaması ilginç bir sorun yaratıyor, bu farklı bedenler sonuçta aynı orijinal bireyin zihnini ve geçmişini içermekte, hangisi yasal olarak orjinal kişiliğin devami? Bu filmin sonunda Kohei #3 dışında herhangi birisi canlı kalmıyor ancak Kohei #1'in yıllarca süren astronot eğitimini acaba klonlar birebir kullanabilecek mi? Sonuçta günden güne yapabildiğimiz coğu şey omurilik soganımız tarafından refleks haline getirilmiş şeyler, hafıza veya kişilik transferi omurilik soğanımızı da yazabilecek mi? Eger bu transfer söz konusu ise (ki klonlar hemen yürümeye ve konuşmaya başladığına göre öyle), peki uzay ajansının bir sürü Kohei yetiştirip astronot sayısını son derece hızlı bir şekilde arttırmasını engelleyen nedir? Sonuçta yıllarca uzman eğitim masrafından daha ucuza çıksa gerek klonlamak. Pek tabii ki bu teknolojinin asker yetiştirmek için kullanılması da mümkün (bkz. süper rezil Star Wars filmleri (bence sadece üç tane Star Wars filmi var ve Empire Strikes Back en iyisidir)).
Film son derece güzel işlenmiş. CGI dolu ama senaryosu yüz kelime içerisinde yazılabilecek son dönem filmleriyle karşılaştırıldığında uzaydaki EVA sahnesi dışında herhangi bir CGI içermeyen, dev bir bilgisayar sisteminin gösterildiği gelecekçi sahneler dışında tümüyle bildiğimiz odalar, geçmişin anıları ve son derece güzel Japonya taşra manzaraları ile sadece karakterlerin dedikleri ve yaptıklıyla anlatılmış, son derece zor etiksel konuları irdeleyen bu film bende mutluluk yarattı. Bence festival içerisinde izlediğimiz en iyi ikinci filmdi. İlk film hangisi diye sorarsanız ayrıca yorumlayacagım 20'ci Yüzyıl Çocukları (20th Century Boys). CGI için çok para harcanmadan da iyi bilim kurgu filminin çekilebileceğinin büyük bir kanıtı.
Bu filmi bittorrent sayfalarında bulamadım ama belki siz bulursunuz. Açıkcası DVD'sini arşiv amaçlı kesinlikle edinmek isterim.
Bu günlük bu kadar. Sci-Fi London 8'de hayli bir film gördük. Yeni yorumlar yakında.
Perşembe, Haziran 04, 2009
Sci-Fi London 8 Kisa fimleri
Birkac episod once konusmustuk bunlar hakkinda. Sonunda web sayfalarina yuklemisler. Gidiniz izleyiniz. Ben de yorumlarimi yapacagim festivalde izlediklerim hakkinda bu gunden itibaren.
Iste buradan izleyebilirsiniz.
Iste buradan izleyebilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)