Cuma, Mart 16, 2007

Okunmaya Değmez Yazarlar Gerçekten Okunmaya Değmezler mi?

Konu üzerinde biraz uzun laflayacağımı düşünerek yorum yazmaktansa blogumuza yeni bir boyut getirip kendi icinde tartisma ortamı oluşturayım dedim.

Robert Jordan konusunda Hakan'la tamamen aynı fikirdeyim. Daha hiç ele alınmamışsa ele alındığına değmez. Son kitaplar sonu gelmeyen olaylarla ilk bir kaç kitabın güzelliğini ve özelliğini tükettiler. Bir yığın nereden gelip nereye gittiği belli olmayan karakter, çözülmemiş (ve çözülecek gibi de görünmeyen) gizemler, sorunlu kadınlar, huysuz erkekler, anlamsız vicdan çatışmaları, ütüsüz etekler... bunlar gibi saymakla bitmez ayrıntılar yüzünden başlamaya ve zaman yitirmeye gerek yok.

Bir kez başlamış bulunduğum için son çıkan kitabı da okuyacağım. Ancak bunu bulabildiğim en ucuz yöntemle yapacağım. Bunun ne olduğunu zaman gösterecek.

Dün dinlediğim EscapePod bölümlerinden birinde ucu bucağı görünmeyen serilere "endlessology" dendiğini duydum. Herhalde RJ'in eserleri de bu adı haketmişlerdir.

RJ'in her kitabının sonuna basılan kısacık özgeçmişinde tabutuna son çivi çakılana dek yazacağını yazar. Öyle de olacak gibi görünüyor.

Stephen King ise ayrı bir konu. Onun dehşet edebiyatı tarzı bana pek çekici gelmez. Ancak Kara Kule serisi için aynı şeyleri söylemek doğru olmayabilir. Stephen King sevmeyen tayfanın önemli bir kısmı iyi bir Kara Kule okuyucusudur. Üstelik Kara Kule yedinci kitapla nihayete ermiştir. İlk iki kitabını ve ayrıca SK'in diğer kitaplarından bir ikisini okumuş biri olarak, Kara Kule serisini havada karada tercih edeceğimi söyleyebilirim. Okuyalı çok uzun zaman olduğu için seriye tekrar başlamayı düşünüyorum.

Sıra geldi Stephen Donaldson ve Thomas Covenant Tarihçelerine. Konuyu çok kısaca özetlemek gerekirse, Thomas Covenant iyi niyetli insanların yönettiği bir dünyada, orada bulunmaktan hiç mutlu olmayan, huysuz ve aksi bir cüzzamlıdır. Ama bu dünyanın halkı ona kahraman gözüyle bakmaktadır.

Adama yakıştırılmış "hastalıklı" lakabı ruhen ve bedenen çok yerinde bir yakıştırmadır. Ancak bütün Thomas Covenant serisini çekici, ilginç ve okunur kılan da budur. Serinin, Yüzüklerin Efendisine benzerliği ise bir kaç ortak unsurdan öteye geçmez. Bunun dışında kurgusal olarak destansı bir nitelik taşıması Yüzüklerin Efendisini andırır ama bütün batı tarzı fantastik eserler aynı nitelikte olduğu için bu yazarın ya da Covenant'ın kabahati değildir :)

ZÜLFİKAR'IN HÜKMÜ - Saygın Ersin

Lokman Hekim'in yetiştirdiği yedi cengaver orta doğu ve kuzey afrikada kötülüğün azılı düşmanı olmuşlardır. Sayıları yediyi geçmeyen bu kahramanlar kurdun kuşun, ağacın çiçeğin Lokman Hekim'e bağışladığı uzun ömür veren iksirin yardımıyla tarihin karanlık zamanlarından beri dünyayı korumaktadırlar. Ancak bu uzun ömür bedelsiz değildir. İksir yalnızca hastalıklara ve yaşlanmaya karşı etkilidir ve her elli yılda bir yeniden içilmesi gerekir. Elli yılda bir Yedilerin Lokman Hekim'i ve iksirin sırrının yazılı olduğu kitabı çağırmaları için özel bir zaman gelir. Bu an kaçırılmadan yedi yiğitin bir arada bulunmaları ve cihanın dört bir yanından iksirin malzemelerini toplamaları gerekir.

Yediler kötülüklerle savaşarak dünyayı dolaşır ve İstanbul'un fethiyle birlikte İstanbul'a yerleşirler. Dönemi için orta doğunun önemli bir merkezi olan İstanbul'da kötülüğün neferlerini dize getirebilirlerse kalana da gözdağı verebileceklerine inanırlar. Öyle de olur. Şehrin gecesini gündüzüne katan ve Geceli adı verilen vampir aşiretlerinin arasındaki savaşlara son verirler. Düzeni sağarlar. Kötülüklerle mücadele ede ede günümüze değin gelirler.

İksir zamanı yaklaşmaktadır. Ama sayıları tamam olması gerekirken Yedilerin en genci yaşlı Ustalardan biriyle tartışarak onlardan ayrılmıştır. Aynı sıralarda Topkapı Sarayı mahzenlerinden kimsenin tam olarak ne olduğunu bilmediği gizemli bir nesne çalınır. Bunu incelemeleri için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12. Dairesinden iki subay çağırılır. Ancak subaylar kırk yıldır kapalı gözüken ve sıradışı konuları inceleyen bu daireye yeni tayin edilmiş iki acemidir. Tüm bunlara önemli bir orta doğulu liderin İstanbul'da öldürülmesi tuz biber eker.

Yedilerin aralarındaki sorunları çözüp bir araya gelmeleri ve iksir için hazırlanmaları için az zamanları kalmıştır. Ancak gizli bir örgütün fedaileri bunu yapmalarına engel olmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Zülfikar'ın Hükmü oldukça doyurucu ve sağlam bir kurguyla yazılmış. Karakterler gerçekçi. Salih Usta'nın gülen gözlerini ve tasa yüklü yüzünü, Doğan Üsteğmen'in dimdik duran siyah saçlarını ve geniş ruhunu aklımda canlandırmak zor olmadı. Karakterlerin üzerinde iyi durulmuş. Yedilerin her birinin ustası olduğu ilimle bağdaşan karakteri başarıyla verilmiş. Dolayısıyla böyle aykırı kişilikleri birarada tutan Yediler düzeni de ayrıntısıyla tasarlanmış.

Diyaloglar inandırıcı ve sürükleyici. Zorlama bir konuşma, kasılmış cümleler yok. Araya girip iki laf etmemek için kendinizi zor tutuyorsunuz.

Olay kurgusu açık vermeden tasarlanmış. Kurgunun içinde olan biten bazı küçük olayların nedeni de öyküden fazla uzaklaşmadan bir anekdot havasında anlatılıyor. Güzel bir renk, olaylara inandırıcı bir hava katıyor.

Bazı tanıdık unsurlar da var. Örneğin Geceliler ve aşiretleri biraz Vampire the Masquarade geleneğininden esinlenilmişler gibi. Bunun bir sakıncası var mı? Bence yok. Oyunu oynamadığım için konuya ne kadar yaklaştığını bilmiyorum, belki o yüzden fazla yadırgamadım. Yine de fikir ortama yakıştığı için hoşuma bile gitti.

12. Daire'nin X-Files'dan esinlendiğini söylemeye gerek yok. Ama yalnızca esinlenilmekle kalmış. Ordu içindeki yapısı ve kendine özgü bir de düşmanının olması olayı güçlendirmiş.

Yeniçeri Solakları ise tamamen kitaba özgü son derece güzel bir ayrıntı.

Yaratılan ortam, sunulan karakterler her zaman yeni bir şeyler eklenebilecek bir öykü oluşturuyor. Gelecekte, aynı kalıbı kullanarak yazılmış yeni öyküler görmek hoş olurdu. Hatta bu karakterleri farklı yazarların elinden görmek de ayrı bir keyif sunabilirdi.

Kitapta eksik, kötü bir şey bulmaya çalışıyorum ama bir şey dışında bulamıyorum. Ufak tefek yazım hataları var. Sürüklenmiş giderken çarpılan taşlar gibi okuyucunun gözüne batıyor. Olmasa iyi olurdu.

Genel bakıldığında elimizde sağlam bir öykü, güçlü bir anlatım, inandırıcı karakterler var. Dolayısıyla Zülfikar'ın Hükmü'nün devamı olan Erbain Fırtınası'nın da okumaya değer olacağını düşünüyorum. Hatta Saygın Ersin'in diğer kitaplarının da okumaya değeceğine inanıyorum. Sanırım bu adam yeni nesil Türk yazarları arasında takip ettiklerimden birisi olacak.

Serçe – Mary Doria Russell

İlk Basım 1996 Villard
Türkçe Baskı Metis Yayınları 2003

Serçe, Mary Doria Russell yazdığı ilk roman. Öyle ki bu ilk roman Arthur C. Clarke, James Tiptree Jr. ve Britanya Bilim Kurgu Derneği ödüllerini kazanmış.

Kitap bir çok klişeler ile dolu. Hikayeyi basitçe özetlemek gerekirse olaylar 2019 yılında Güney Amerika’nın bir köşesinde SETI programına bağlı bir dinleme istasyonunun uzaydan gelen müziği kaydetmesi başlar. Müzik Alfa Centuri sisteminden gelmektedir. Tarihleri boyunca hristiyanlığı yaymak için yeni topraklara giden Cizvit Kilisesi, tanrı inancını uzayda ve yeni gezegenlerde yaymak için bütün dünyadan gizli bir sefer düzenler. Buraya kadar bir çok yerde karşılaşılabilecek ve klasik sayılabilecek bir hikaye.

Bütün kitap bu hikaye üzerine kurulmuş gözükse de çok başarılı kurgulanmış. Russell sefer öncesi ile Rakhat adı verilen gezegene yapılan seferde yaşananları ve seferden sonra dünyaya dönen rahip Emlio Sandoz’un yaşadıkları olmak üzere iki ayrı zamanı anlatmış. Daha kitabın başında seferin sonucunu açıkça açıklasa da, Russell gizemeleri büyük bir başarı ile kitap boyunca yavaş yavaş çözüyor.

Kitapdaki karakterler derinlemesine incelenmiş. Sefer öncesinde ve özellikle sefer sırasında yaşadıklarına karşı olan tepkilerini ve iç dünyalarını başarıyla tasvir edilmiş. Ayrıca Rakhat gezegeninde bulunan ortamı, kültürü ve yaşayanlarını bana göre fazla detaya girmeden, bir çok yerde merakı artıran, karanlık noktalar bırakarak anlatması hikayenin başarısını artırmış. Ancak benim en çok beğendiğim ve bana göre en çarpıcı nokta ise peşinden geldikleri müziğin kaynağının anlatıldığı bölüm.

Kitap Rakhat gezegenine yapılan seferden daha çok başta rahip Emilio Sandoz olmak üzere karakterler vasıtası ile inancı sorguluyor. Seferde hazır bulunanların inançlarını ve gezegendeki deneyimlerinden sonra verdikleri tepkiler ön planda tutulmuş.

Kardeşimiz Tacer sayesinde okuduğum bu kitap için son yıllarda okuduğum en iyi romanlardan biri diyebilirim. Her öge dozunda ve tadında kullanılmış güçlü bir roman. Edinin okuyun.

Bu arada vikipedide okuduğuma göre Brad Pitt’in prodüksyon şirketi kitabın film haklarını satın almış ve başrolde Pitt olmak üzere çekmeyi planlamaktaymış.

Cumartesi, Mart 10, 2007

Greg Bear - Vitals

Yazar: Greg Bear
Isim: Vitals
ISBN: 0-00-712975-0
Ilk Basim: 2002
Elimdeki Baski: 2003 Harper Collins
Yorum: Bear'in en iyi kitaplarindan biri degil.

Greg Bear Darwin's Radio romanindaki hikaye temellerinde bir sey daha yazmis.

Zeki ikiz biyolog kardesler birbirlerinden ayri olarak olumsuzluk iksirini kesfetmeye calisirken birisi aniden oldurulur. Diger biyolog kardesi de oldurulmeye calissa da sans ve romanin devam edebilmesi icin gotunu ucuz kurtarir ve macera baslar.

Acikcasi bir oturusta okudum. Daha dun aldim kitabi, sabah oturdum basladim, ogleden sonraya dogru bitmisti. Ilginc bir kitap. Milyarlarca yil icerisinde degismemis, son derece tarihsel bazi hucrelerin bize olumsuzluk verebilecegi uzerine bir dusunce uzerine kurulmus gibi basliyor kitap ancak ilk yuz sayfa icerisinde hersey degisip hikaye bir bilim kurgudan cikip James Bond'vari bir macera/conspiracy hikayesine donuyor. O kadar ki gizlice egitilen super seksi ajanslar vucut salgilariyla insanlari bastan cikartiyor, telefonda cesitli rakamlar okundugunda zihnin baskalari tarafindan kontrol edilmeye basliyor ve manasiz siddet eylemlerine girisebiliyor insan ve butun hersey yedigimiz yemekler ve bakteriler sayesinde kontrol ediliyor.

Kitabin ortasina kadar tempo basarili ve sikiydi, birinci kisi gozunden anlatilmis bir hikaye seklinde basliyor, aniden, ortasina dogru baska bir karakterin (ki daha once hic tanismadigimiz bir karakterin) gozunden anlatilmaya baslaniyor hikaye, biraz daha gecmisten baslayarak - sanki o ana kadar olup biteni anlamadiysak birisinin bize anlatmasi fena olmaz. Nitekim bu karakter gorevini bitirince tekrar ilk kahramana donuyoruz ama butun ogrendiklerimizi ilk kahraman bilmediginden dolayi aniden affaliyor insan okurken, kitabin ana kahramani bir seylerden bahsediyor ama okuyucu (ortadaki karakterin bakis acisi yuzunden) olup biteni cok daha iyi biliyoruz. Nitekim bir daha oteki karakterin bakis acisina bir daha gecilmiyor. Acikcasi okuyucuyu bilgilendirmek icin cok zayif bir edebi teknik ve beni rahatsiz etti.

Dahasi, kitabin en sonunda bir epilog var ki burada da gun be gun olup bitenlerden tekrar bashediliyor - "kitabi buraya kadar anlamadiysan dur bi aciklayayim da kendini aptal etme" gibi bir dusunce var sanki - haliyle kitap cok basarisizca bitiyor.

Kitabin konusuna, olup bitene fazla giremeyecegim, es kaza alir da okursunuz diye, bozmayayim. Butun conspiracy kitaplarinda oldugu gibi olup biteni yazarsam kitabin butun ana temasi bok gibi gider. Nitekim kitabin arkasindaki blurb ile kitabin kendisi arasinda hic bir alaka yok.

Bazi karakterler ise tanitilip hemen ortadan kayboluyor - kahramanimiz bir lab'da calisiyor, iki tane post-doc asistani var. Bu asistanlar kitapta sadece birkac sayfa boyunca gozukuyor, hemen arkasindan kaybolup bir daha bahsedilmiyor. Madem oyle olacakti niye uzun uzun tanitma ihtiyaci gordu Bear? Bunlardan bir suru var kitapta.

Kitap cok hizli bir sekilde olumsuzluk iksirinden beyin kontrolune geciyor ve bir daha olumsuzluk iksirinden bahsedilmiyor - en azindan direk bir sekilde. Beyin kontrolu ise cok sacma - insanlar seni telefonla arayip bir takim numaralar okuyor ve sen aniden bazi seyleri yapacak kadar kontrol altindasin - veyahut belli bir durum/kisilige giriyorsun (depressif, manik, saldirgan vesaire). Dunyayi kontrol eden bir organizasyon icin cok zayif bir yapi - mesela bir otele gidiyor kahraman, otel telefon numarasindan araniyor - eger kahramanimizi surekli takip etmiyorlarsa nasil bilsinler? Dahasi, bu ozel orgut butun dunyayi boyle yonetiyorsa herkesi telefonla arayacak zamani ve telefon numaralarini nereden buluyorlar?

Kisacasi cok tatmin olmadim, macera kitabi tadinda okudum. Cok fazla bilim kurgu ogesi icermiyor olumsuzluk ve biyolojik beyin kontrolu haricinde. Denizin dibine bir DSV ile inis ve cikis kisminin son derece guzel bir sekilde anlatilmasi disinda cok fazla teknoloji de yok. Bir miktar biyoloji var, ote yandan uzun suredir biyolojiyle ugrasmadigimdan cok yabanciyim ve cok etkilemedi o fasillar. Bir yerde serce parmaginin ilk bogumu buyuklugunde tek hucreli bakterilerden bahsedildi ki bunun gercek olabilecegine inanmiyorum.

Greg Bear'dan daha iyisini beklerdim, bu adamin Eon'u, Anvil of Stars, Forge of Gods kitaplari filan son derece daha iyiydi, bazilari da Hegira, Legacy ve Blood Music'i cok daha sever.

Greg Bear'in biyoloji temelli ilk kitabi bu degil. Eon serisinin son kitabi Legacy son derece ciddi bir sekilde uzayli bir gezegenin biyolojisi uzerin idi. Blood Music ve Darwin's Radio da biyolojiyi cok kullaniyordu.

Perşembe, Mart 08, 2007

The League Of Extraordinary Gentlemen - Alan Moore & Kevin O'Neill

Türkçe meali ile Fevkalede Beyfendiler Birliği adındaki (Söz konusu beyfendiler birliğinde bir de hanımefendi mevcut iken, isminin neden bu şekilde olduğu konusunda ise hiç bir fikrim yok) 2 bölüm, 12 ciltlik bu kültür hazinesini taze bitirdim. Adına layık fevkalede bir tat bıraktı damağımda. Hikaye Alan Moore tarafından yazılmış ve Kevin O'Neill marifeti ile çizilmiş. Gerek çizimler, gerek konu, gerekse anlatılış biçimi olarak çok beğendim. Tabi ki aramızda çizgi roman konusunda beni fersah fersah aşan pek müstesna şahşiyetler de olsa, nacizane bendeniz kendi çapımda fikirlerimi belirteceğim.

Hikaye 1898 yılı İngilteresinde geçiyor. Sanayi devriminin zirvesinde bir İngiltere tasvir edilmiş. Moore bu toplumu mümkün olduğunca gösterişli anlatırken arka planda ise çarpıklıkları göstermiş. Yüksek binalar ile yarışan yüksek bacalar, sürekli çalışan fabrikalar, denizlere, nehirlere sarkan devasa vinçler, şehirlerin çehresini süsleyen abartılı heykeller ve anıtlar. Buna karşılık arka planda sürekli bir yoksul, aç insanlar, suç ve izbe mekanlar. Şehir kareleri çizilirken hep kahverengi ve tonlarında bir puslu hava ile resmedilmiş. Buna karşı şehir dışı mekanlar olabildiğine canlı renkler ile bezenmiş. Moore'un yaklaşımını pek bilmesem de halen okumakta olduğum "From Hell"'de de olduğu gibi sanayileşen toplumdan pek de hazetmediğini söyleyebilirim.

Kahramanlar Viktorya dönemi edebiyatında bulunan şahsiyetlerden oluşuyor. Bram Stoker'ın Drakulasından Wilhelmina (Harker) Murray, Jules Verne'nin Denizler Altında 20.000 Fersahından Kaptan Nemo ve mürettebatı, H.G. Wells'den Görünmez Adam Hawley Griffin, Robert Louis Stevenson'dan Doktor Jekyll ve Bay Hyde ile son olarak H. Rider Haggard'dan Allan Quatermain. Bütün karakterlerin karanlık geçmişleri var. Bir taraftan kendi geçmişleri ile yüzleşirken diğer taraftan İngiltereyi türlü felakatlerden ve kötülüklerden kurtarmak üzere mücadele veriyorlar. Bu arada bütün bu fevkalede şahsiyetleri toparlayan birim ise İngiliz Askeri Haberalma teşkilatı MI-5. MI-5 ise "From Hell"'de de olduğu gibi sürekli masonlar ile ilişkilendirilmiş. Öyle ki askerlerin rütbeleri mason sembollerinden oluşuyor. Ne yazık ki Moore'un masonlar ile olan fikrini bilmiyorum. Ancak kitaplarda İngiltereyi kurtarmak için çabalasalar da pek de sevimli anlatıldıklarını söyleyemiyeceğim.

Kitaplarda iki ayrı hikaye anlatılmış. Ben özellike ilk bölümü daha çok beğendim. İkinci bölümde ise bana göre gereksiz olarak cinselliğe fazlası ile yer verilmiş. Buna rağmen ikinci bölümü de büyük bir zevkle bitirdim. Kitapların sonlarında iki kısa hikaye ve döneme ait gibi görünen çeşitli reklamlar var. Ne yazık ki reklmaların tamamını okumaya üşendim ama bazıları gerçekten çok komik.

Bu arada seyretmiş iseniz film ile kitapların hikaye olarak alakası yok. Sadece bir kaç karakter örtüşüyor. Filmde gördüğümüz Dorian Gray ya da film için icat edilmiş Amerikalı karakter Tom Sawyer şükürler olsun kitaplarda yer almıyor. İlk altı bölümünün toplu yayınlandığı kitabın sonunda bir Doarin Gray portesi var ama nasıl bir gönderme olduğunu çözemedim.
Fevkalede Beyfendiler Birliği'nin üçüncü bölümünün bu yıl içerisinde çıkacağı ve 1950'lilerde geçeceği söyleniyor. Umarım yakın zamanda Türkiye'de de yayınlanmaya başlar.
Edinin, okuyun, bitirin derim. Benim gibi kitapları satın almak için bulamazsanız, internet adı verilen lebi deryada gani gani mevcut.