Kararmış tahtaları, sokağa eğilmiş cumbaları ile taş döşeli sokakları örtüp güneşten sakınan ahşap binalar güruhunun arasında herkesin Bezirgân Âdem Efendi olarak çağırdığı zat belirdi. Attarlar çarşısının sokaklarını elinde bastonu ile ağır aksak arşınladı. Güneş sıcak yüzünü daha göstermeye başlamamış, yüzyılları geride bırakan şehrin sokakları insanlarla dolmaya başlamamıştı.
Âdem Efendi sokaktaki ahbaplara, konu komşuya selam ederek ekmek teknesinin önüne geldi. İşlemeli ahşap kepenkleri sahipleri gibi yıllara meydan okuyordu. Son on yıldır başının belası olan bel ağrısının nezaretinde asma kilitleri açtı. Nerdeyse boyu kadar olan kepenkleri dükkanın sağına ve soluna sabitledi.
Uzun yıllar önce Hakk’a yürüyen anasının söylediğine bakılırsa bu yaz Bezirgân Efendinin gördüğü seksen dokuzuncu yazdı. İlerlemiş yaşına rağmen işleri devredecek oğlu, damadı olmadığı için hâlen bir başına çalışıyordu. Ne kadar yorulmuş, bezmiş, aşınmış olsa da, her sabah gündoğumunun peşi sıra dükkanını açar, gölgeler uzamaya başladığında da kapatırdı. Bildi bileli bu dükkan böyle yürürdü. Babası da, ondan önce gelen dedesi de böyle çalışmıştı.
Âdem Efendi yavaş yavaş emtiayı içeriden çıkartıp yerlerine asmaya başladı. Kurumaya yüz tutmuş bir ağaç gibi iyiden iyiye beli bükülmüştü. Yükseğe asmak her gün ayrı bir azap olsa da, işini sessizce bitirip dükkanın kuytusundaki köşesine kuruldu.
Dükkanın sokağa bakan ön yüzü yerden yaklaşık iki arşın yüksek ufak bir cumba misali balkondu. Ahşap işlemeler ile bezenmiş balkonun sağında ve solunda envai hastalığa deva iksirleri sergileyen camekânlar vardı. Üzerlerinde ise boydan boya çekilmiş ipe asılı, bin bir çeşit illete ve musibete iyi gelen, muskalar duruyordu. Arkasındaki raflarda ise her çeşit efsunu barındıran yazmalar vardı.
Dükkan büyük dedesinin yadigârıydı. Şehrin fethinin akabinde iksir satışlarının düzenlenmesi için Sultan fermanı çıkmış, satışların sadece gedikli dükkanlarda yapılması ferman edilmişti. Bunu fırsat bilen büyük dedesi önce gerekli kişilere, münasip şekillerde ricacı olup satış iznini kopartmıştı. Sonrasında birkaç efsunbaz ile anlaşıp dükkânı açmıştı. Ulema ve saray ahalisi her daim efsuna ilgi göstermişler, her biri birbirinden pahalı iksirleri, muskaları almak için yarışmışlardı. Bu sayede ailede en büyük erkek evlada geçen Efsun Dükkanı büyük dedesini ihya etmişti.
Âdem Efendi siftahsız geçen sabahtan sonra öğle yemeğini yiyip, dükkanın loş, serin kuytusuna kurularak müşteri beklemeye başladı. Bağdaş kurduğu ufak sedirde bir elinde çubuğu, yanı başında kahvehaneden ısmarladığı köpüklü acı kahvesi ile güneşten kaçarcasına yürüyen ahaliyi seyrediyordu. Dükkândaki ürün bolluğuna rağmen tek müşterisi balkonun gölgesinde yatan köpeklerdi. Bu iki köpek neredeyse her gün güneşin tepeye çıkması ile birlikte gelir, ortalık biraz serinlemeye başlayınca kasaba yaltaklanmak üzere giderlerdi. Bezirgân Efendi ise onlara ses etmez, seyrek de olsa gelen müşteriyi rahatsız etmedikleri sürece uyuklamalarına göz yumardı.
Babası dükkanın başına geçince ailenin bahtı dönmeye başlamıştı. Babası dedelerden kalan mirası çar çur edip harcamış, elde kalan bir avuç parayı da Âdem Efendi’nin üç erkek kardeşine, dükkânı ise ona bırakmıştı. İşte bu yıllarda ailenin bahtı gibi devran da döndü. Halk yıllarca ulemanın en gözde oyuncakları olan efsunlara gıpta ile bakarken, batıdan âdeta yeni bir güneş doğdu. Adına ilim dedikleri bu kepazeliğin sırf küffar batı illerinden çıkmış olması bile günah sayılması için yeterliydi.
Fen, fizik gibi ecnebi isimlerle anılan bu düzenbazlık sayesinde halk üç paraya her türlü efsun kerametini gösteren zımbırtıyı alabiliyordu. Üstüne üstlük saraydan da homurtular yükselince halk bu gavur maskaralığını iyice sahiplenip, “Onların efsunu varsa bizim de ilmimiz var” diye sesini yükseltmeye başladı. Böyle olunca zaten son dönemlerde eksik para basan saray, ülkeyi basan bu çılgınlığa göz yumdu.
Bütün bu deveran arasında olan Âdem Efendi ve bir avuç gedikli efsun tüccarına oldu. Halkın tepkisinden korkan ulema ile saray yavaştan elini ayağını çekti efsun dükkânlarından. Satışlar giderek düştü, işler neredeyse yandı, bitti, kül oldu.
Sıcak geçen öğleden sonranın akabinde bir kez daha gölgeler uzamaya başladı. Âdem Efendi kurulduğu sedirinden bel ağrısının nezaretinde kalkıp ağır ağır muskaları topladı. Nerdeyse kendisi ile yaşıt kepenkleri siftahsız geçen başka bir günün sonunda kapatıp kilitledi. Kendisi gibi dükkanlarını kapatmaya başlayan çevre esnafa selam etti. Bastonundan destek alıp, ağır aksak batan güneşe karşı evinin yolunu tuttu. Bu batan güneş belki de Bezirgân Âdem Efendinin, asırlık efsunculuk zanaatinin, yani koskoca bir devrin sonuydu.