Antik Yunan tarihi ve Uluğ Tanrıça Eris hakkında pek çok hikaye söylenmiş ve yazılmıştır. Belki de bunlardan en bilineni Truva Savaşının çıkmasına neden olan olaylar silsilesinin anlatıldığı söylencedir. Ancak Tanrıça Eris’in yöntemlerinin gizemli ve alaycı olmasından olsa gerek bu hikayede de bilinmeyen ve gözlerden kaçan pek çok ihtilaf mevcuttur.
Konuya Diskordik bir bakış açısından yaklaşmak gerekirse; İsa’nın doğumundan ne kadar bilmem, ben diyeyim beş siz deyin on yüzyıl önce, Uluğ Tanrıçanın tanındığı ve fazlası ile hürmet gördüğü günlerde, kodaman ve uçkurunu çözmekten bağlamayı unutan tanrılardan Zeus, hesabını kendisinin de yapamadığı, ismi lazım olmayan çocuklarından birine dillere destan düğün yapar. Düğün şimdi Haliç’in bulunduğu cenahdaki Zeus'un denize nazır yazlık sarayında bir ünlü ve önemli davetlinin katılımı ile yapılır. Düğüne herkes çağrılırken, Zeus kendisinden çekindiği için bir tek Eris'i davet etmez. Cemiyet hayatının değişmez ismi, renkli Olimpos gecelerinin yeganesi, bütün ratinglerin anası Eris ise davet beklemeden kırmızı halıda boy gösterir. Bunun üzerine davetlilerin akın akın aktığı, bugünkü gazetecelerin ilk atalarının tanrı, yarı tanrı ve benzlerine ağızlarından köpükler saçarak saldırdıkları halıda rezalet çıkar. Zeus’un iş bitirici ayakçısı Hermes Eris’i içeri almaz. İçeri almadığı gibi bir de herkesin önünde rating uğruna hakaretler yağdırır. Eris ise yılların deneyimi ile kırmızı halıdan ayrılır ama ince ince işlenmiş, keskin zekasının ürünü olan planını uygulamaya koyar.
Üzerinde Yunan alfabesi ile “En Güzele” yazılı bir altın keçiboynuzunu hediye olarak bırakır ve o günlerde basit bir paparazi olan Homeros’a da haber salar. Aslında bilinenin aksine Homeros gazetecilikten ekmek yiyemediği için macera romanları yazmaktadır. Bu haber sayesinde Homeros yedi denizde ve yedi kıtada tanınacaktır.
Hermes ise yeni gelen hediyeyi “gelinin yengesinden, beşi bir yerde ve de en güzele bir altın keçiboynuzu” diyerek duyurur. Tam bu sırada düğünde kendini oyuna havalarına kaptırmış olan, şirretlikte, mahalle karılığında, önde giden Hera, kaldırım dilberliğinde, yosmalıkta, ucuzlukta birinciliği at boyu fark ile kimselere kaptırmayan Afrodit, köylü parçası, geçimsiz, elinin hamuru ile tanrı işlerine zırt pırt karışan Atena ve daha önemsiz tanrıçalar Artemis ile Demeter kendilerini kaybederek altın keçiboynuzu için birbirlerine girerler.
Marazaanın daha ilk anlarında Hera’nın cırmıkları karşısında yılıp kaçan Demeter'den ve Atena'nın kürek gibi elleri ile birbiri üzerine indirdiği şamarları sonucu bilincini yitiren Artemis'den Homeros bahsetmez. Tabi ki bu Homeros’un Beşler Yasasından bihaber olması kadar Artemis ile Demeter'in Homeros'a röportaj vermeyip, gece kaçamakları hakkında bilgi uçurmamalarından da kaynaklandığı söylenebilir.
Rezaletin en civcivli, rezilliğin binin bir denariye gerilediği sırada Hera altın keçiboynuzunu alıp kaçmaya yeltenir. Atena “senin ağzını çaart diye yırtarım, yelloz” diyerek Hera’nın üzerine atılır. Hera kaçınılmaz gözüken dayaktan yırtmak için konuyu kocası Zeus’a havale eder. Keçiboynuzunu Zeus'un eline tutuşturarak arkasına saklanır. Altın keçiboynuzunun kime ait olacağı kararı Zeus’a kalınca işler iyiden iyiye karışır. Uçkuruna bir türlü sahip çıkmayan libido fazlası, fallik nesneli kart tanrı karısının dışındaki hemen hemen bütün tanrıçaları da yatağa atmayı planladığı için aralarında bir seçim yapmaktan kaçınır. O da adeta özel mahsul sızma bir zeytinyağı edası ile çözümünü açıklar. Tercihi delikanlılıkta yedi denizlere nam salmış olandan bitenden habersiz Idalı Pars yapacaktır.
Düğünde yaşanan rezalet dokuz sütüna manşet boyalı basında patlarken olaya “Altın Boynuz” vakası denir. Böylece Haliç bu isimle anılmaya başlanır. Homeros bu hikaye ile ödül üstüne ödül, rayting üzerine rayting kazanır. Yaşananlar Homeros için uzun soluklu bir kariyerin başlangıcı olur. Kitapları yok satar. Altın Keçiboynuzu ise tarihe “İhtilaf Keçiboynuzu” olarak giremez, çeşitli gizemli dizgi hataları ve yanlış anlamalar sebebi ile “Altın Elma” ismini alır.
Pars ise Anadolu’da o zaman ki adı ile Ida Dağında yaşayan gariban bir çobandır. Yaşadığı köyde sevilen, sayılan, gürbüz ve yağız bir Anadolu delikanlısı olan Pars dürüstlüğü ve mertliği ile yedi düvele nam salmıştır. Boğazından bir damla haram geçmeyen bu delikanlı öyle ki sadece süt içmektedir.
Hayatını sürdürmek için karın tokluğuna çobanlık yapan Pars’ın aslında bilmediği bir geçmişi vardır. Pars’ın annesi zamanında Truva’nın önde gelen aşiret reislerinden birinin evinde hizmetçi iken malikanenin yanık tenli, yakışıklı ve bir o kadar da hovarda oğlu ile aşk yaşar. Bu aşkın meyvesi olarak Pars dünyaya gözlerini açarken annesinin gözleri şansız bir at arabası kazası ile kör kalmak marifeti ile kapanır. Bu esnada Pars’ın babası, baba olmanın verdiği yusuf hissi ve töreler nedeni ile, Pars’ın annesinin eline üç beş altın sıkıştırıp onu yazlıklarının olduğu Ida’ya gönderir.
İşte bu bahtsız Pars, dört kankası ile Ida Dağından körfezi seyredip, altılı da voleyi vurma hülyalarını meze yapıp aslan sütü yudumlarken Altın Keçiboynuzunun sahibini belirlemek üzere seçildiğini öğrenir. İşte bu noktada ayvayı yiyen Pars’dan dolayı körfeze ve civarına o günden sonra Ayvalık denir.
Delikanlığının kitabını fasikül fasikül yazan ve hatta yaptığı baskılar ardarda tükenen Pars içine düştüğü bu durumu çakozlamak için elinde tesbih kendini Ida Dağındaki yolara vurur. Volta atarken karşısına Athena çıkar. Ona kendisini seçmesi karşılığında bitirimlik ve mahalle kavgalarında yenilmezlik önerir. Pars daha “çüüş, oha, hasbüke, bu da neydi” diyemeden önünde Hera beliriverir. Genç çobana parti il başkanlığı ve ilk seçimde mebusluk hatta kabinede yer teklif eder. Hera ayrılırken de Afrodit gelir. Afrodit daha o günlerde bir içim sudur. Daha sonra nasıl kilo üstüne kilo aldığı Diskordik tartışmanın dışındadır. Afrodit Pars’a herkesin hayallerini süsleyen, podyumların, televizyonun ve hatta tüm medyanın değişmez ismi Helen’i yatağa atmanın yolunu teklif eder. Pars’ın teklifler karşısında aklı karışır karar vermek için süre ister. İşte üç tanrıçanın Pars’ı kaz yerine koydukları o dağa ise o günden sonra Kaz Dağı denir.
Üç tanrıçanın da teklifleri de çok caziptir. Pars günlerce düşünür taşınır. En sonunda kararını verir ve seçim odasına girip, milyonlar televizyon karşısına çivilenmişken haykırır “05 Afrodit” Pars Helen’e cümle alemle beraber hasta olduğu kadar dağ başında gece gündüz koyun otlatmaktan müzmin bir fallik nesnedir.
Afrodit'ten öğrendilerinden sonra Pars yetti bu yek hayat, yıllarca kaderin elinden çektiğim yeter, Helen bir yana, delikanlılık bir yana der ve bir Nuri Alço edası ile olaya girer. Helen daha ne olduğunu anlamadan Pars aradaki engelleri kaldırmış ve biçare kızın yelkenleri suya indirmesi ile muradına ermiştir.
İşte bundan sonra kızılca kıyamet kopar. Helen o günlerde aşiret ağalarından Menalus'un kapatmasıdır. Menalus töre, namus deyip bütün aşiretle beraber, cümbür cemaat Pars'ın kapısına dayanır. Ancak daha sonra yaşananlar bugünkü diskordik tartişmamızın konusu dışında olduğu için ayrıntılara girmeyeceğim. Merak edenler ise Çanakkale'ye gidip yedi kere kurulup yedi kere yerle yeksan edilmiş Truvayı gördüklerinde vukuatın sonu hakkına fikir sahibi olacaklardır.
Bu hikayede adı geçen çeşitli isim ve kavramlar tam da Eris’in uygun gördüğü şekilde tarih içerisinde birbirine girmiştir. Herkesin ailecek hastası olduğu keçiboynuzu bir çok ülkede yetişmeyen, tanrılara layık bir yemiş olduğundan başka kültürlere elma olarak tanıtılır. Pars’a sosyetik bir isim aranılır ve Paris denilir. Annesinin ilişkisinden dolayı Truva Prensi oğlu olduğu yazılır çizilir. Bunlar gibi bir çok ihtilaf oluşsa da bu zaten Tanrıçanın yoludur.
Diskordik Hatırlatma: Bu metinde kutsal sayı sayısı beş kere kullanılmıştır.
2 yorum:
Diyecek bir şey bırakmamışsın :)
Eline sağlık.
Saolasin Efendibillah Efendi.
Yorum Gönder