Pazartesi, Aralık 22, 2008

Pardon

Yeni çiftin düğünü bütün hızıyla devam ediyordu boğaz manzaralı lokalde. İçkiler lıkır lıkır iniyor, her dakika daha çok insan kendisini ortalığa atıp çılgınca oynuyordu. Orkestranın gürültüsü boğazın sakin sularının üstünden neredeyse karşı yakadan duyuluyordu. Bütün Ortaköy mahallesi sakinleri "yuh bre" çekiyordu.

Aniden dalgalandı sakince akan boğaz suları ve önce bir dokungaç suyun yüzeyine çıktı. Arkasından su gittikçe çalkalanmaya başladı ve yeşil gri bir yaratık kendisini suların üzerine çekerek sahile çıktı, tam da lokalın karşısında.

Eski tanrıların lideri yüce Chtulhu aniden sessisleşen düğün misafirlerine bakarak "Pardon, sesi kısabilir misiniz azıcık?" diye sordu. Sağda solda herkes akıllarını kaybetmekle meşgulken bir tek orkestranın davulcusu sakin bir şekilde karşısındaki mahlukata bakarak "Emrin olur abi yaa, ayıpsın" cevabını verebildi. Eski tanrı davulcunun cevabından tatmin bir şekilde tekrardan derinlikler daldı ve bir istanbul düğünü de bu şekilde sonlandı...

Cuma, Aralık 19, 2008

Sevgili Kalamar'dan Sevgili Yerli'ye

Tamam, en baştan başlamam lazım anlatmaya, başka türlü adım kötüye çıkacak yine.

Bu gezegene gelmeden önce yüzyıllarca devir yolculuk yaptık. İlk koloni yolculugu idi bizimkisi. Her zaman oldugu gibi devletin parasını boşa harcıyorsunuz diye diye iyice kıstılar bütçeyi. Proje ilerlemeye çalışırken gelip giden hükümetlerin her birisi kendi politik kesintisini yaptı. Öte yandan yine bürokratlar tarafından yöneltilen projenin bütçesinin hayli bir kısmı çarçur edildi.

Yola çıktığımızda artık hiçbirimizin elimizin altındaki ekipmana bir güveni kalmamıştı açıkçası. Motorların uğuldaması, pompaların vınlaması, boruların ve tüplerin ığıldaması - hepsi bir garibimize gidiyordu, birşeylerin yanlış gideceği kesindi. Sonunda birşeyler nalları dikti ve başımıza neler geldi ama ona sora geleceğim.

Biz ilk koloniydik. Haliyle herşey bizim başarımıza bağlıydı. İlk gidenler başarısız olursa niye tekrardan bu kadar para harcansın? Ayrıca başarısızlığın sebebi bulanacak... Zaten bütçeleri tümden kesmek varken hele...

Haliyle hayli yoğun baskı altındaydık başarılı olmak için elimizdeki şartlarla. Gerçeklerin üzerinde beklentilere cevap vermek çok zor bir iş.

Geminin kaptanı bendim. Tayfalara karşı sorumluluk üstüne hükümet bürokratlar ve politikacılarla ugraşmaktan gına gelmişti. Haliyle bütün tasarım hatalarına, eksikliklere rağmen başarılı bir kalkış ve çok da sorunlu olmayan bir yolculuk başlangıcı hepimize çok iyi gelmişti. Bütün mürettebat hayli neşeliydik, Teknisyen haricinde. Teknisyen aletlere bır anne gibi bakıyordu, neredeyse her saniyesini herşeyin düzenli çalışması için ugramaşmakla geçiriyordu. Haliyle keyfi sürekli çok bozuk şekilde geminin koridorlarında dolaşıyordu.

Teknisyen. Ah Teknisyen. İlk planlara başladığımızda en neşeli ve hareketli olan, proje sırasında herşeye heyecanla atılan, 10 devir üst üste en hevesli tayfa ödülünü alan Teknisyen. Esasında hala herşeyi ona borçluyuz. Cesedini buradaki ilk yaşamın kaynağı olarak kullanmasaydık buradan kurtulabilme şansımız bile olmazdı. Herneyse, yine çok ileriye atladım.

Yolculuk devirlerce sürecekti. Haliyle herşeyin aşagı yukarı normal olduğuna kanaat getirince herkesi uyku kabinlerine kapattık. Teknisyen, Doktor ve ben her yarıdönüm kalkıp kontrolleri yapacaktık.

Ziguratt'ın en alt tabakasına kolonide kullanılacak ekipmanları yerleştirmiştik. Bir üst tabakada koloniciler uyku kabinlerinde uyuyorlardı. En üst katmanda da motorlar ve geri kalan ekipman, en tepede ise benim mekanım, kaptanın yeri.

İlk birkacyüz devir sakin gitti, bir sorun yaşamadık ufak tefek tamir edilebilir arızalar haricinde. Kabaca yarıyolda iken felaket bir kaza başımıza geldi. Herşey yakınında geçtığimiz bir yıldızın patlamasıyla başladı. Patlamanın şok ve radyasyon dalgaları bize vurduğunda zaten kendi başına tıngır mıngır çalışan sistemler arka arkaya çöktüler. Koloninin bir kısmını radyasyon hasarı yüzünden kaybettik. Uykularında hic birşeyin farkında olmadan gittiler. Doktorun çabalarıyla geri kalanları kurtarabildik ama büyük kısmında zaman geçtikçe mutasyonlar olacaktı. Doktor ve ben ise tümden şanssızdık. Yaşayacaktık ancak korkunç bir gelecek bekliyordu bizleri. Esas acıklı durum Teknisyen'in durumuydu. Tamiratlarla uğraşırken aldığı dozaj sonunu belli etmişti.

Arka arkaya çöken sistemlerle Teknisyen ugraşırken ben haldır huldur acil iniş yapabileceğimiz bir sistem arıyordum ve bu sistemde karar kıldım.

Sert bir iniş kolonide kullanacağımız ekipmanları darmaduman etti. İndiğimiz gezegen metan atmosferli zavallı birşey olsa da uzun vadede bir seyler yapılabilir gibiydi.

Radyasyon hastalıgından ölmekte olan Teknisyen, yüzü ve vücudu biçimden biçime girmiş ben ve Doktor hep beraber kafa kafaya verip ne yapacağımızı düşünmeye başladık.

Yolculugun başından beri karamsar olan Teknisyen başına geleceklerin kesinliğı sayesinden midir, manasız bir neşeye sahipti. "Takma be kafana Kaptan yaa, kabinler sağlam en azından, olayı uzun vadeli düşün, şimdi olmasa da gelecekte bir şekilde çözülür dertlerimiz!" dedi bir gün ve bu bana bir fikir verdi. Doktorun da oluruyla bir plan oluştu aklımızda. Ancak bir şeyi gözönüne almayı unutmuştuk.

Teknisyenin mutasyondan şekilden şekle girmis sıcak vücüdunu temel malzeme olarak kullandık. Kazada hayatını kaybetmişleri de organik madde kaynağı olarak kullandık ve Ziggurat'ın etrafına ektik, Böylece bu gezegende hayatın ilk adımını attık.

Sevgili Yerli. Unuttuğumuz nokta Teknisyenin genlerinin sizere kadar varma olasılığı idi. Bu yüzden telepatik olarak bizlere bağlisınız ve bizim bildiklerimizi bir seferde kavramanız o kadar zor ki. Oysa ki aradan geçen milyarlarca devirlerden sonra sizler bizlere yardım edecek kadar geliştiniz. Koloninin sahip olduğu bilgilerle yıldızlara tekrar yolculuk edebiliriz. Umarım sen bize yardim edebilirsin. Sevgili Yerli lütfen lütfen dinle beni. Sevgili yerli lütfen.... Lütfen...

-------

Kaptan Idris'in gözleri faltaşı gibi teknesinin hemen yanında açık denizin içinden çıkmış canavara bakıyordu. Aklının son parcacıkları uçuup giderken zihninde son duyduyu sozler şöyleydi: "Chtulhu Fhtagn... Fhtagn..."