Bir ay kadar önce yazdığım kısacık bir hikaye. Hikayeyi daha uzatıp uzatmamam gerektiğine karar veremediğim gibi adının ne olması gerektiğine de uzunca bir süre karar veremedim. Sonra da düşünmekten vazgeçtim. Bugünlerde bir yandan kurs, bir yandan artan iş sorumlulukları derken zaten yeterince yorgun olan gri hücrelerimi daha da fazla yormak istemedim açıkçası...
Birazcık
uyuyabilseydi ne olurdu sanki… Ama biliyordu ki yaralı avını takip eden sinsi
bir hayvan gibi rüyalarında da izleyecekti onu. Görünmeyecek, yalnızca
izleyecekti. Galaksinin en adi
suçlularına bile reva görülmeyen bu cezaya mahkum edileli tamı tamına sekiz yıl
iki ay olmuştu. Sözde devlet sistemini çökertecek aykırı bilgileri rüya
esnasında telepati yoluyla diğer insanlara yaymaktı suçu Bay C’nin.
Hücre odasının
küçük penceresinden ışıldayan Tenüs’ü gördü.
Bu ağırbaşlı, yalnız ve bilge gezegen kim bilir ne kadar zamandır
dönmekteydi gezegenlerinin etrafında. “Sıkılmamış mıdır acaba bunca zaman var olmaktan,
aynı gezegenin etrafında bir meczup gibi dönüp durmaktan” diye düşündü kendi
kendine. Gezegenlerin de canlarının
sıkılmaya hakkı olmalıydı değil mi? Birden delicesine bir kahkaha patlattı. O
da varoluşuna katlanmıyor muydu yaşamak için dişe dokunur bir nedeni olmamasına
karşın. Onun ne farkı vardı Tenüs’ten. Kalbini
ışıtan tüm mutlulukları yitireli uzun yıllar olmamış mıydı onun da. Sonra
şu sözleri anımsadı düşüncelerini yaymaktan suçlu bulunduğu başka bir
gezegenden gelen atalarına ait kitaplarda yazan. “İnsan bir bukalemun gibidir. Her ortama uyum
sağlar. Gün gelir mutluluklar gibi kolayca örtünüverir tüm ıstırapları” Bu
bukalemun nasıl bir hayvandı acaba. Tüm gizli araştırmalarına rağmen ona dair
ne bir bilgi edinebilmiş ne de bir resim bulabilmişti.
Biraz daha
kımıldandı yatağının içinde. Ayaklarına yine kramp girmeye başlamıştı. Bu
kramplar yüzünden son aylarda en çok yapmak istediği şey koşmak, çılgınca
koşmaktı. Aynı çocukluğunda yaptığı gibi nefes nefese kalarak, boğulurcasına
koşmak. Ama biliyordu ruhunun tamircisi rüyalarında bile bir prangayla yaşayan
bir adam için öylesine imkansız bir düştü ki bu.
İstemsizce
Nihura canlandı gözlerinin önünde aniden Bay C’nin. İstemsizceydi, çünkü
Nihura’yı düşlemek demek yüreğinin kesif bir acıyla dolması demekti. Varlığının
iyice katlanılmaz bir hal alması demekti. Ama engelleyemedi gözünün önünde
canlanan acı verici anıları.
“Neden bizi
izliyorlar” demişti o uğursuz gece Nihura.
“Biz
tehlikeliyiz onlar için” diye cevap vermişti Bay C.
“Özgür olmak
istiyorum, Atalarımızdan bize kalan o kitapları özgürce okumak istiyorum. Ve
diğer insanların da özgürce okumasını… Dünyayı merak ediyorum. Biliyorum
sözlerimiz yapayalnız bir gezegendeki beyhude bir akis gibi. Kimse bizi
duymayacak. İnsanların çoğu Dünya’nın nasıl bir yer olduğunu, atalarımızın
kimler olduğunu öğrenemeden ölüp gidecek.
“Kimilerinin
rüyalarına girerek öğrendiklerimizi onlarla paylaşmaya çalıştık. Onlara başka
bir yaşamın mümkün olduğunu göstermeye çalıştık Nihura” demişti Bay C. “Biz
değiştiremesek de Onlar her şeyi değiştirebilir.”
“Ben her şeyin
şimdi değişmesini istiyorum. Seninle birlikte hayallerimin gezegeninde yaşamak
istiyorum.”
Nihura’nın
Galaksi askerlerince vurulmadan önceki son sözleriydi bunlar.
“Anım, geleceğim ve rüyalarım çalındı benden”
dedi Bay C usulca yatağının içinde kımıldayarak. “Geriye kalansa yalnızca
anılar. Her ne kadar acı verseler de oradalar işte. En azından dilediğim kadar
acı çekmekte özgürüm” Birden tuhaf bir neşe kapladı içini. Ufacık pencerenin
kenarında pırıltılar saçan Tenüs artık eskisi kadar bezgin ve kimsesiz
görünmüyordu Bay C’nin gözüne.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder