25 Nisan 2013 tarihinde, İzmir Çeviri Öğrencileri Platformu'nun düzenlediği, Yaşar Üniversitesi'nde gerçekleşen "Fantastik Eserlerin Çevirisi" konulu panele, Züleyha Çetiner Öktem ve Funda Civelekoğlu ile beraber konuşmacı olarak katılma şansı buldum. Paneli düzenleyen İzmir Çeviri Öğrencileri Platformu'na, Yaşar Üniversitesi'ne teşekkür ediyorum.
Züleyha Çetiner Öktem, fantezi/fantazya/fantastik kavramlarını masaya yatırarak dinleyiciler açısından çok yararlı bir kavramsal giriş hazırladı. Funda Civelekoğlu da çevirmenlerin fantastik eserlerin çevirisinde karşılaştığı gerçek sorunları (çevirmen hakları, telif sorunları, yayınevi - çevirmen ilişkileri) masaya yatırdı. Ben de tecrübe ettiğim kadarıyla uygulamada bilim kurgu ve fantezi edebiyatındaki belli bir unsurun, dinin çevirisinde karşılaştığım sorunları nasıl çözmeye gayret ettiğimi, bir yandan da din üzerine kendi bakış açımı çevirdiğim metinde nasıl yansıttığımı göstermeye çalıştım.
Hitit Güneşi okuyucularının da yararlanabileceği, eleştirebileceği düşüncesi ile konuşmamı bu yazının devamında paylaşıyorum.
Merhabalar,
Bilim Kurgu ve Fantezi edebiyatında dini motiflerin çevirisi üzerine
konuşacağım. Çevirisini yaptığım üç edebiyat eserinden ve çeviri
stratejilerimden bahsedeceğim. İlki Levent Türer’le beraber çevirdiğim, yazarı Ed
Greenwood olan Elminster’ın Cezbedilişi
adlı roman; ikincisi ise Michael Moorcock’un İşte O Adam isimli novella’sı ve üçüncü olarak Geraldine McCaughrean’ın
Dünyanın Sonu Değil isimli roman.
Bu çevirileri dini motiflerin çevirisinde uyguladığım stratejiler
yüzünden seçtim. Stratejileri temelde
yabancılaştırma ve yerelleştirme üzerinden ele alırsak, Elminster’ın Cezbedilişi ve Dünyanın
Sonu Değil isimli romanlarda yerelleştirmeyi, İşte O Adam isimli novella’da ise yabancılaştırmayı tercih ettim.
Ancak yerelleştirme veya yabancılaştırma gibi üst stratejilere bakmaksızın,
temelde nasıl aynı normları yansıtmış olabileceğimi paylaşmaya çalışacağım.
Bu metinlerden ilki, yani Elminster’ın
Cezbedilişi yeni dinleri, diğer ikisi yani İşte O Adam ve Dünyanın Sonu
Değil ise eski İbrahimi dinleri içeriyor.
İlk olarak Elminster’ın
Cezbedilişi isimli romandan bahsedeceğim. Roman bir oyun sistemi olan Zindanlar ve Ejderhalar’ın Abeir-Toril
isimli dünyasında geçiyor. Unutulmuş
Diyarlar da denilen oyun sisteminin parçası olan Abeir-Toril, çok sayıda
tanrıyı ve inancı barındırıyor. Yalnızca insan türünün elli civarında tanrısı
var ve bu tanrılar temsil ettikleri şeye göre inananlarına çeşitli güçler bahşediyor.
Elminster’ın Cezbedilişi
romanında bu tanrılardan özellikle büyü tanrıçası Mystra ve karanlıkla gecenin
tanrıçası Shar’ı etkin rollerde görüyoruz. Zindanlar
ve Ejderhalar oyun sisteminde tanrılar iyi, kötü ve tarafsız olarak sınıflandırılıyor.
Mystra eskiden tarafsızken iyiliğin yanına geçmiş bir tanrıça; Shar ise kötü
bir tanrıça olarak resmediliyor.
Romanda Shar’ın “dehşetbüyüler” adı verilen rahipleri ve rahibeleri
vasıtası ile Shar’ın yansıttığı değerleri öğrenebiliyoruz. Şu alıntıdan
bunların anlaşılabileceğini düşünüyorum:
“Sadık Dehşetbüyüler...
Shar’ın inayetini kazanmak için, korkunç güçlere hükmetmek için büyük bir
fırsat var önünüzde. Faerûn’un her köşesine gidin, en güçlü büyücüleri ve
büyülü eşya dolu hazinelerini bulun. Önünüze çıkanı kesin, ne bulursanız alın… Olur
a karşınıza Mystra’nın Seçilmişler denen uşaklarından birisi çıkarsa aman
vermek yok, kellesini alın.”
Bu örnekte olduğu üzere Shar dininde farklılıklara müsamaha yok, büyü ve
katliam üzerine kurulu. Böylesi bir dini yansıtırken belli bir tür söylem
seçtim. Roman genelinde abartılı, arkaik ve yüksek bir sosyal sınıfa aitmiş
gibi gözükmeye çalışan bir dilin kurulduğunu görüyoruz. Bunu “Dehşetbüyüsü”,
“Saygıdeğer Karanlık Hazretleri”, “Dehşetli Birader” “Karanlık Şarkıcısı
Hanımımız” gibi unvan ve hitaplarla
yansıtmaya çalıştım. Ancak unvan ve hitapların dışında genel olarak söylemi,
yerelleştirmeye giderek, Türkiye’deki dini söyleme benzetmeye çalıştım. Çeşitli
diyaloglardan örnekler şunlar, “Shar’ın inayetini kazanmak,” “Ey Gecenin En
Mukaddes Sahibesi, şu en sadık kulunun… yakarışını duy, dualarını kabul et.” “Hamdolsun
Shar’a!”
Burada tercih ettiğim “inayet” ve “hamdolsun” ifadeleri Türkçe İslam
dilinde yaygın ifadeler. Sözcük tercihi dışında, söylemin yapılanışını da bir
sunağa yatırılmış Shar’ın yüce rahibesinin alt düzey bir rahibe ile diyalogunda
görmek mümkün. Yüce rahibe şöyle diyor:
“Demek Karanlık Şarkıcısı
Hanımımızın yolladığı buyruklardan şüphe edersin ha? Bu ne cüret!” Peçelerin
altındaki kuru dudaklardan çatlak çatlak çıkmıştı ses. “Ayağını denk al! Bu
laflar inançsızlığa, küfre varmasın!”
Bir kadın
pür telaş “Haşa sümme haşa. Dehşetengiz Hemşirem!” dedi. “Bir hatam varsa
affola. Geceşarkıcısı’na saygısızlık etmek değildi niyetim. İnançsız olur muyum
hiç, sümme haşa! Lakin inin cinin top oynadığı, kuş ötmez kervan geçmez bir
orman köşesine neden bir mabet kurduğumuzu üç kuruşluk aklım almadı.”
“Gerekli
de ondan,” diye karşılık verdi peçelerin ardındaki dudaklar… “Vakti geldiğinde
biz de yattık bu taşın üzerinde, herkes bu lütfa nail olmaz, bilesin. Onun
inayette bulunması ne şeref. Alemlere dehşet saçan Hemşireler Hemşiresi’ne en
büyük adak sadakattir evladım. Sadakatle sun kanını.”
Özetle, peçeli bir imam konuşuyormuş gibi tasarladım rahibelerin
konuşmasını. Bu deyiş kaymalarını okur açısından şu işlevler yerine gelecek
düşüncesi ile tercih ettim: okuyucu aşina olduğu dilin farklı bir bağlamda,
olumsuz anlamlarla kullanıldığını görecek; romandaki kötü karakterle kuracağı
ilişkiyi sorgulayacak; aşina olduğu yapılara karşı edebiyatın işlevi olan
yabancılaşmayı yaşayacak.
Yabancılaşma niye gerekli? Türkiye’deki hâkim yapı, farklı dinlere hele
de kendi coğrafyasında yaşamış İbrahimi dinlere dair bilgi erişimini kısıtlıyor.
İlköğretimde, içeriği Sünni Türkiye İslam’ı olan din dersleri zorunlu.
Anglo-Amerikan edebiyatta (özellikle de bilim kurgu edebiyatında) ise hakim
dini unsurlar, yine dinin unsurlarını kullanarak eleştirilebiliyor. Türkiye’de
ise bilim kurgu olmasa da Lat, Uzza ve Menat adlı tanrıçaların konuşması ile
fantastik nitelik kazanan Nedim Gürsel’in Allah’ın
Kızları isimli romanı buna bir örnek. Ancak yine hakim yapının baskıcı
unsurlarını böylesi bir romana karşı harekete geçmiş görüyoruz. Söz konusu
romanın mahkemede yargılanması, üstüne üstlük bilirkişi olarak Diyanet’in
seçilmesi, hatta Diyanet raporunda romanda olmayan şeylerin yazılması en hafif
ifade ile ayıplanmayı gerektiriyor.
Dini kullanarak dini eleştiren bilim kurgu romanlarına bir örnek, ilk
çevirdiğim kitap, İşte O Adam. Nebula
ödüllü bu novella’da, Karl Glogauer isimli nevrotik karakter, zaman yolculuğuna
çıkıyor ve İsa’nın doğduğu zaman gidiyor. Nevrotikliğine, dini ve cinsel saplantılarına
Hıristiyan ve Budist inanışlar içerisinden bir varoluş çemberi oluşturarak
çözüm buluyor.
Peki Türkiye’de hâkim durum buyken, hatta Inside Muslim Minds isimli araştırmada belirtildiği üzere, henüz
nüfusun %50’si Kuran’ı Kerim’i hiç
okumamış veya bir sayfa okumuşken, Hıristiyanlık üzerine bir bilim kurgu
romanının çevirisinde neler yapmak gerekiyor?
Bunun yanıtını ilk çevirim olan İşte
O Adam’da romanın unsuru olan her şeyi okuyucuya açıklamakta bulmuştum. Dolayısı
ile bu romanın çevirisinde yabancılaştırılmış bir metnin en temel yapısal
özelliklerini görmek mümkün. Bu yapısal özellikler şöyle:
Çeviri metin, yazar Michael Moorcock’un Türkçe metin için özel önsözü ile
başlıyor, asıl metne sonra geçiyor. Novella’nın asıl metni Eski ve Yeni Ahit’ten alıntılar içeriyor, bunun yanı sıra metnin
içinde de İncil’e doğrudan
göndermeler var. Bu göndermeler dipnotlarla okuyucuya açıklanıyor, dipnotlarla
olan açıklamalar yalnızca dini metinlere değil, kaynak kültürün hemen her öğesi
için kullanılıyor. Dipnot ögeleri şöyle: İncil’den
dualar, 2. Dünya Savaşı’ndan sığınak adları, kişi adları ve anlamları, rock
grupları, Arthur efsanesi, dini semboller, Yahudi inanışındaki bayramlar, psişik
güçler, diğer romanlara göndermeler, latince deyimler, Hindu ve Budist
inanıştaki Sanskritçe sözcükler, İngilizce’den doğrudan ödünçlemelerin
anlamları, yer isimlerine göndermelerin açıklamaları, Yahudi toplulukların
açıklamaları, sesteşlerin oluşturduğu yan anlamların açıklamaları, Roma
İnanışları, vs.
Çeviride ana metni yabancı kültüre dair bilgilerle donatmanın dışında,
ana metin bitince bu kez çevirinin sonunda kitap üzerine ekler başlıyor: Kitabın
adını aldığı İncil’in Yuhanna bölümünden
bir alıntı; İsa’ya dair, temel tezi tarihte böyle bir insanın yaşamadığına olan,
ansiklopedik bilgi içeren bir bölüm; romanın sürekli gönderme yaptığı Carl
Gustav Jung’a dair bir bölüm; ve en sonunda, yazarın kitabın bir başka
baskısında yer alan notunun çevirisi.
Bunun yanı sıra yaptığım çeviri dili ağırlıklı olarak İngilizce’nin
yapısal özelliklerin takip ediyor ve içinde Arapça/Farsça kökenli sözcükler çok
az (bu dil özellikleri metinde kullandığım İncil çevirilerinde de mevcut).
Genelde, çevirmenin dini yapıya karşı tutumunu, çevirmenin normlarını “God”
sözcüğünü nasıl çevirdiği üzerinden değerlendirmek mümkün. İşte O Adam’da da “Tanrı” sözcüğünü tercih ettim.
Yine de “Allah” sözcüğünü kullanmak da çevirmen normlarını belirlemede tek
başına fikir vermeyebilir. Allah diyen çevirmenin de farklı normlar yansıtması
mümkün. Bunu açıklamak üzere “Allah” sözcüğünü 188 kere kullandığım, yakın
tarihte çevirdiğim ve Caretta yayınevi tarafından yakında yayınlanılacak olan, Geraldine McCaughrean’ın yazdığı Dünyanın Sonu Değil romanındaki dini
ögelerin çevirisine geleceğim.
Dünyanın Sonu Değil’de, Tufan
anlatılıyor ancak, Nuh’un gözünden değil, adları Torah’da yazmayan Nuh’un eşi
ve kızlarının, dahası gemideki hayvanların gözünden. Bir başka deyişle
Torah’daki boşlukları yazar dolduruyor. Bu tekniği Batı’nın Kötü Cadısı isimli romanda da görüyoruz. Her ikisi de ataerkil
cinsel rolleri, hayvan haklarını, dini yapıları inceliyor.
Bu romanı fantastik yapan üç öge var: Birincisi sayıları binlerce hayvan
çiftini taşıyabilecek bir gemi inşası, hayvanların kaçarken o gemiye binmesi,
quexolan adında var olmayan bir kuş. Tanrı’nın varlığını fantastik bir unsur
olarak görenler açısından, romanda Tanrı’nın varlığı hep tartışılsa da roman
içinde varlığını kanıtlayacak bir öge yok.
Dünyanın Sonu Değil, dil
olarak çocuklara ve gençlere hitap edecek gibi bir roman olarak gözüküyor.
Ancak bakış açısı Türkiye’de aynı konulu telif eserlere kıyasla, dini ve
Allah’ı her zaman doğrular nitelikte değil. Çeviriden şu alıntıyı paylaşmak
istiyorum. Alıntıda Nuh’un eşi, “Ama” ki bu ad İbranicede Ana anlamına geliyor,
Tufan’la insanlığın yok edilmesini sorguluyor:
“Başka türlü bir izahat da
var! Allah dünyayı yarattıktan sonra yaşlandı, iyice aksileşti! Evet! Bir
zamanlar iyi bir fikirmiş gibi görünen, şimdi katlanılmaz bir belaya dönüştü?
Veya yoksa bir gün ansızın [Allah] uyandı da bir kırba şaraba dadandı, sonra içtikçe
içi ekşidi, sefilleşti de kimsenin, hiçbir şeyin [Alah’tan] saklanacak yeri
kalmadı, öyle mi? 'Hepsini boğayım gitsin!' Belki de köpeği ısırdı birden [Allah’ı],
[Allah da] kırıldı, gücendi, acısını çıkartmak için dönüp İnsanlığa bir tekme
savurdu, öyle mi? Hayır mı?”
Annesine şöyle yorum getiriyor Nuh’un kızı: “Söyleme anne. Lütfen bunu
söyleme. Çünkü babam hatalıysa ne işimiz var burada? Kim seçti bizi? Neden
başka herkesin ölmesi gerekti? Neden hayvanları biz aldık da komşularımız
değil? Şayet babamız [Nuh] hatalıysa bize ne olur? Hani, nerede kalır mutlu
son?”
Tufan anlatısı Sümerce’den
Akad’caya, Aramice’ye, Grekçe, Latince ve Arapça’ya geçmiş bir anlatı. Bu
anlatının günümüz Türkiye’sinde okuyucuların aşina olduğu kutsal kitaplara
getirdiği eleştirinin gücünü yitireceğini düşündüğümden, God karşılığında Arapça
belirteç “el” ile cins isim olan “ilah” sözcüklerinin kaynaşması ile oluşan Allah
sözcüğünü tercih ettim.
Lawrence Venuti, Translator’s Invisibility isimli
kitabında yerelleştirmeyi, kültürel narsisizm olarak tarif ediyor. Çünkü
sürekli çevirinin aynasında kendi kültürünüzü görüyorsunuz ve sevinçle
gülüyorsunuz. Ancak, yerelleştirmenin de krala ayna tutabileceğini ve çıplak
olduğunu gösterebileceğini düşünüyorum. Tabii, metinlerin de çoğu bilim kurgu roman
ve fantezi romanı gibi çevirmenlere kendilerini ifade etme imkânı sunması
gerek.
Dinlediğiniz için teşekkür
ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder