Bu akşam kurgulayıp bitirdiğim öyküme esin kaynağı olan üç eserin sahibi Luis Borges, Paul Auster ve Marguerite Yourcenar'a sonsuz teşekkürler.
DÜŞLER ÜLKESİNİN KAPISI ARALANINCA
Genç adam nehir kenarından
topladığı saz demetini hava kararıp da gözleri görmez oluncaya dek kulübesinin sundurmasında özenle ördü. Karanlığın
Tanrısı işte yine alt etmişti Aydınlığın Tanrısını. Yıldızlar gökyüzünde gün ağarıncaya kadar
nöbet tutacak, Karanlığın Tanrısının zaferini kutsayacaklardı. Yerinden kalkıp kulübesinin önünde ormandan
topladığı dallardan bir ateş yaktı. Bu, Karanlığın
Tanrısından aldıkları cesaretle inlerinden fırlayan tüm kötücül yaratık ve
ruhları evinin ötesinde tutmaya yarardı. Ardından sundurmanın bir köşesindeki, kuru
otlardan hazırladığı yatağına uzanarak usulca
yıldızları seyre daldı. Üzerine çöken uyku
göz kapaklarını iki kurşun kütlesi gibi ağırlaştırırken düşler ülkesinin kapısı
aralanmaya başladı.
Şimdi bir odadaydı. Daha önce hiç
görmediği rengarenk eşyaların bulunduğu aydınlık bir oda. Odanın köşesinde
üzerinde değişik kıyafetler bulunan bir kadın elindeki bir nesneyle anlamadığı
bir dilde bir şeyler yazıyordu. Odadan
içeri girerken kadının onun varlığını umursamadığını fark etti. Genç adam her eşyayı araştırıcı gözlerle birer birer
inceledi. Masanın üzerindeki içinde ne
olduğunu bilmediği birkaç cam şişe.
Odanın tavanından sarkan kalın bir ipin ucundaki parlak yıldızları andıran ışık
huzmesi. Kadının oturduğu yatağın
köşesine gelişigüzel sıralanmış üzerlerinde resim ve yazılar bulunan parşömen benzeri şeyler…
Kadın birden elindeki yazı
yazdığı nesneyi bırakarak konuşmaya
başladı.
Genç adam onun söylediklerinden
tek bir kelime anlamamıştı. Kimdi bu yabancı
kadın ve bu tuhaf eşyalarla dolu odada ne işi vardı?
Bu arada peş peşe kopan, kulakları
sağır edici gümbürtünün ardından odanın penceresinden rengarenk ışıklar
gökyüzüne doğru yükselmeye başladı.
Bu gürültüden korkmaktan ziyade keyiflenmişe
benzeyen kadın adamın anlamadığı dilde konuşmaya devam ediyordu. Duyduğu ses ve
gördüğü ışıklarla iyice korkan genç adamın
kulakları uğuldamaya başladı.
“Ey Karanlıklar Tanrısı! Beni
cezalandırma. Ey Karanlıklar Tanrısı! Yalvarırım beni cezalandırma…”
Gözlerini sımsıkı kapatarak yere
kapaklanmış genç adam, sıtma krizine tutulmuşçasına titreyerek mütemadiyen
Karanlıklar Tanrısına yalvarıyordu.
“Ey Tüm kötülüklerin, korkuların
ve karabasanların yaratıcısı, ulu cezalandırıcı Karanlıklar Tanrısı!…”
…..
Yazdığı hikayeye dinlenmek için
ara verdiğinde bakışları bir süre duvara takılı kaldı. Her zaman onu
sinirlendirecek bir şeyler yapardı. “Seni kovuyorum. İşine son veriyorum.”
Böyle diyecekti döndüğünde. Bir süre sonra kendi kendine konuştuğunun farkına
vardı. “Bunu hep yapıyorum, deliriyor
muyum ne? ”
Bu sırada otelin bahçesindeki havai fişek gösterisinden
fırlayan rengarenk ışıklar büyük bir gürültü ve zarafetle gökyüzünde süzülmeye
başladı.
“Ne kadar da güzel, Her zaman sevmişimdir havai fişek
gösterilerini. Beni çocukluğuma alıp götürür” İçi büyük bir huzurla doldu. Bu
akşam kullanmayacaktı masanın üzerine sıraladığı ilaçlarını. “Artık bıktım bu
ilaçlardan” Hikayeyi yazmaya devam etmeliydi. “Bu yolculuğa bunun için çıkmamış
mıydım zaten”
“..Adamın üzerine
çöken uyku iki taş parçası gibi ağırlaştırmıştı göz kapaklarını… Bir süre
daha düşündü. -taş parçası olmadı,
sileceğim bu kısmı. Evet şimdi oldu sanırım-
“…Üzerine çöken uyku göz kapaklarını iki kurşun kütlesi gibi
ağırlaştırırken düşler ülkesinin kapısı aralanmaya başladı…”
"""Büyük bir dinginlikle, eziklikle, dehşetle kendisinin de bir hayal, bir başkasının düşü olduğunu anladı"""
1 yorum:
hikaye güzeldi
Yorum Gönder