Pazartesi, Nisan 28, 2014

Düşler Ülkesinin Kapısı Aralanınca



Bu akşam kurgulayıp bitirdiğim öyküme esin kaynağı olan  üç eserin sahibi Luis Borges, Paul Auster ve Marguerite Yourcenar'a sonsuz teşekkürler.




DÜŞLER ÜLKESİNİN KAPISI ARALANINCA 


Genç adam nehir kenarından topladığı saz demetini hava kararıp da gözleri görmez oluncaya dek  kulübesinin sundurmasında özenle ördü. Karanlığın Tanrısı işte yine alt etmişti Aydınlığın Tanrısını.  Yıldızlar gökyüzünde gün ağarıncaya kadar nöbet tutacak, Karanlığın Tanrısının zaferini kutsayacaklardı.  Yerinden kalkıp kulübesinin önünde ormandan topladığı  dallardan bir ateş yaktı. Bu, Karanlığın Tanrısından aldıkları cesaretle inlerinden fırlayan tüm kötücül yaratık ve ruhları evinin ötesinde tutmaya yarardı. Ardından sundurmanın bir köşesindeki, kuru otlardan hazırladığı yatağına uzanarak  usulca yıldızları seyre daldı.  Üzerine çöken uyku göz kapaklarını iki kurşun kütlesi gibi ağırlaştırırken düşler ülkesinin kapısı aralanmaya başladı.

Şimdi bir odadaydı. Daha önce hiç görmediği rengarenk eşyaların bulunduğu aydınlık bir oda. Odanın köşesinde üzerinde değişik kıyafetler bulunan bir kadın elindeki bir nesneyle anlamadığı bir dilde  bir şeyler yazıyordu. Odadan içeri girerken kadının onun varlığını umursamadığını fark etti. Genç adam  her eşyayı araştırıcı gözlerle birer birer inceledi. Masanın üzerindeki  içinde ne olduğunu bilmediği birkaç  cam şişe. Odanın tavanından sarkan kalın bir ipin ucundaki parlak yıldızları andıran ışık huzmesi.  Kadının oturduğu yatağın köşesine gelişigüzel sıralanmış üzerlerinde resim ve yazılar bulunan  parşömen benzeri şeyler…

Kadın birden elindeki yazı yazdığı nesneyi bırakarak  konuşmaya başladı.

Genç adam onun söylediklerinden tek bir kelime anlamamıştı.  Kimdi bu yabancı kadın ve bu tuhaf eşyalarla dolu odada ne işi vardı?

Bu arada peş peşe kopan, kulakları sağır edici gümbürtünün ardından odanın penceresinden rengarenk ışıklar gökyüzüne doğru yükselmeye başladı.

Bu gürültüden korkmaktan ziyade keyiflenmişe benzeyen kadın adamın anlamadığı dilde konuşmaya devam ediyordu. Duyduğu ses ve gördüğü ışıklarla iyice korkan  genç adamın kulakları uğuldamaya  başladı.

“Ey Karanlıklar Tanrısı! Beni cezalandırma. Ey Karanlıklar Tanrısı! Yalvarırım beni cezalandırma…”

Gözlerini sımsıkı kapatarak yere kapaklanmış genç adam, sıtma krizine tutulmuşçasına titreyerek mütemadiyen Karanlıklar Tanrısına yalvarıyordu.

“Ey Tüm kötülüklerin, korkuların ve karabasanların yaratıcısı, ulu cezalandırıcı Karanlıklar Tanrısı!…”

…..

 Bavuluna mürekkepli kalem koyma fikri hangi kendini bilmeze aitti acaba?  Bir daha yolculuğa çıkmadan önce bavulunu bizzat hazırlayacaktı. Bir solak için mürekkepli kalemle yazmak ne kadar büyük bir işkenceydi. Etrafı onun yaratıcılığını baltalamak isteyen insanlarla doluydu. Neyse ki müsveddelerin önemi yoktu. “Bu onun suçu olmalı. Döndüğümde işine son vereceğim.”  Kadın uzun zamandır kurguladığı hikayeyi soluk renkli kağıtların üzerine  büyük bir dikkatle  yazmaya başladı.

Yazdığı hikayeye dinlenmek için ara verdiğinde bakışları bir süre duvara takılı kaldı. Her zaman onu sinirlendirecek bir şeyler yapardı. “Seni kovuyorum. İşine son veriyorum.” Böyle diyecekti döndüğünde. Bir süre sonra kendi kendine konuştuğunun farkına vardı.  “Bunu hep yapıyorum, deliriyor muyum ne? ”    

Bu sırada otelin bahçesindeki havai fişek gösterisinden fırlayan rengarenk ışıklar büyük bir gürültü ve zarafetle gökyüzünde süzülmeye başladı.

“Ne kadar da güzel, Her zaman sevmişimdir havai fişek gösterilerini. Beni çocukluğuma alıp götürür” İçi büyük bir huzurla doldu. Bu akşam kullanmayacaktı masanın üzerine sıraladığı ilaçlarını. “Artık bıktım bu ilaçlardan” Hikayeyi yazmaya devam etmeliydi. “Bu yolculuğa bunun için çıkmamış mıydım zaten”

 “..Adamın üzerine çöken uyku iki taş parçası gibi ağırlaştırmıştı göz kapaklarını… Bir süre daha  düşündü. -taş parçası olmadı, sileceğim bu kısmı. Evet şimdi oldu sanırım-

“…Üzerine çöken uyku göz kapaklarını iki kurşun kütlesi gibi ağırlaştırırken düşler ülkesinin kapısı aralanmaya başladı…”




"""Büyük bir dinginlikle, eziklikle, dehşetle kendisinin de bir hayal, bir başkasının düşü olduğunu anladı"""
                                                                                                     Döngüsel Yıkıntılar,Jorge Luis Borges

1 yorum:

melisa dedi ki...

hikaye güzeldi