The Atrocity Archives - Charles Stross
ISBN 978-1-84149-569-9
İlk Baskı: 2004
Madalyalar: 9/10
Bu kitabın yorumuna girmeden önce birazcık başka bir şeyden bahsetmem lazım.
1999 yazında 7 seneden sonra elime ODTÜ Makina Mühendisliği diplomamı aldım. O andan iki sene önce "Yeter!" diyerek neredeyse hayatımdaki bütün hobileri bir yana koyarak (D&D, müzik, BBS, amatör astronomi) bu kağıt parçasını ele geçirmeye yoğunlaşmıştım. Bir Ağustos günüydü galiba, yedi sene içerisinde defalarca danışman değiştirmenin sonucu olarak daha önce muhaf olduğum söylenen, ben okula girdikten üç sene sonra ortaya çıkmış bir dersi yaz okulunda AA getirerek verip bütün kredilerimi tamamladığımda içimden tek geçen "Bunca yıl bu kağıt parçası için mi acı cektim?" idi. Pek bir mutluluk kalmamıştı içimde, daha çok bir rahatlık duygusuydu yaşadığım. Daha kötüsü en azından iki senedir hedef belirlediğim şey aniden kaybolmuştu. Amaçsız ve bundan sonra hayatımda ne yapacağımı bilemediğim bir halde yılbaşını buldum, bir yandan ne iş yapacağım diye kara kara düşünürken. 7 sene uğraştığım bu diploma üzerinde mi çalışacaktım yoksa hobilerimden birisi olan IT olayına mı el atsaydım? Yakın arkadaşlarımdan
birisinin iş teklifini reddederek (ne kadar doğru bir karardı bilemiyorum ama arkadaşlarla ve aile ile iş kurmaya karşıyım, uzun vadede tek elde edeceğin acı olacaktır) CV'mi (IT ve MakMüh olarak iki ayrı şekilde yazılmış olarak) sağa sola fakslamaya başladım. Uzun vade planı olarak aklımda bir şekilde İngiltere'ye gitmek ve yerleşmek vardı. Kısa vadede bu işi karıştıran başka konular olduğu dan herşeyi kısa vade planlamaya başladım.
Bir şekilde Ocak başında (tam 10 yıl önce) kendime bir iş buldum kıçıkırık bir yazılım şirketinde ve sonunda hayatımda ilk defa makul miktarlarda para kazanmaya başladım. Şu ya da bu şekilde işler yoluna girecekti.
Bu arada ufaktan takip ettiğim birkaç konu tekrar gündeme geldi. Mezuniyet sonrasında tekrar hobilerime zaman (ve ilk defa makul bir miktarda para) ayırabilmeye başladım. Elime geçen ilginç iki eser Chaosium'un Call of the Chtulhu RPG'si ve Steve Jackson Games'in Illuminati GURPS oyunuydu. Bundan bir süre önce okuduğum Robert Anton Wilson ve Robert Shea'nın olağanüstü
Illuminatus! üçlemesinin etkisi de cabası. Aynı zamanlarda ikinci ve üçüncü ODTÜ con'larında oynattığım ev yapımı Rifts Anadolu ortamı aklımdan çıkmıyordu. Ancak arkadaşlarımın büyük kısmı ile yaşam saatlerimiz uyuşmuyordu (bir kısmı benim gibi çalışıyor, bir kısmı ise hala ODTÜ Çatı'da kağıt oynayarak hayatlarını devam ettiriyordu. Steve Jackson Games'in gazına gelerek "Yahu, play-by-e-mail?" dedim bir birkaç son derece geyik ama yeniliğe açık arkadaşı ikna ederek aklımda bir senaryo tasarlamaya başladım.
Oyunun adı "Hitit Güneşi" idi. Evet. bu blog, podcast cart curt olayı böyle başladı. Eralp, Mert, Yigit ve Fatih olmasaydı aklımdaki bi sürü olan ama bir türlü gerçekleşemeyen olaylar listesinde bir girdi olarak kalacak bu garip fikir, bu insanların hevesi sayesinde aniden hayli bir hız kazandı. Kıçıkırık yazılım şirketinde heyecanlı birkac saatten sonra genelde son derece bayıcı uzun boş zamanlar oluyordu. Yöneticilerin yeteneksizliği arka arkaya fırsat kaçırmalarına sebep olurken, bana bolca zaman bırakıyordu kendi aklımdakileri kovalamak için. Kendi kendime bol miktarda ARGE yapıp aklıma gelen herşeyi denemek son derece zevkliydi.
Hitit Güneşi yukarıda saydığım iki RPG'den çok etkilenmişti. Aklımda Ankara'da geçen, bürokratlar, bilim adamları, akademisyenler, iş adamları, mafya ve politikacıların bir araya girdiği, bir yandan Eski Tanrılar ile daha yeni yetme Hitit tanrılarının güç mücadelesinde olacağı, (o zamanın) günümüz olaylarını arka plan yapacak bir senaryo vardı. Tam olarak nereye gittiğini bilmiyordum ama becerebilirsem ilginç olacaktı. Aniden Cumhuriyet dışında gazeteler okumaya başladım, olup biteni takip edip notlar yazmaya başladım.
Ancak tek bir şeyi göz önüne almamıştım: Gerçek dünya hayal gücünün yaratabileceğinden çok daha garip bir yer.
2001 Ocak ortasında apar topar İngiltere'ye gelmem ve onun öncesindeki olaylar biraz hızını kesmişti Hitit Güneşinin. Bu kez ciddi bir yazılım şirketinde çalıştığımdan kendime ayıracak zamanım çok daha azdı. Ayrıca Türkiye politikasındaki abuk subuk olaylar beni iyiden iyiye bunalıma sokmuş, bu adamların gerçekten Illuminati tarafından yönetildiği fikrini aklıma
yerleştirmişti. Haliyle benim kontrolümden çıkmış yaşamım yüzünden bu ilginç oyuna zaman ayıramaz oldum. Aradan günler, aylar, yıllar geçti ve Hitit Güneşi bu haliyle karşınızda. Bence oldukça da iyi oldu.
Herneyse, niye bunları anlatıyorum? Olay şundan ibaret. Öyle gözüküyor ki o aralar bir çok kişi benzer şeylerle ugraşıyormuş.
Şu günlerde hayli bir Charles Stross okuyorum. Daha dün Stross'un son derece başarılı "The Halting State" romanını bitirdim. Onun yorumu ayrıca gelecek.
Elimizdeki kitap (Stross'un arka sözünde yazdığı gibi) acayip Len Deighton'un macera/casusluk romanlarına benzeyen bir eser.
İngiliz gizli servisinde alt tabakada bir memurluk kadrosunda bulunan Robert Howard adlı arkadaşımız müdürlerin eğitim bütçelerini harcaması amacıyla kendisini Uygulamalı Büyü Teknikleri dersinde bulur ve ilk gün salak iş arkadaşı Fred'in başka bir boyuttan bir yaratık tarafından ele geçirilmesi ile sonuçlanır. Fred'in kafası ile Bob'un elindeki bir yangın söndürücüsünün sert ve kuvvetli bir şekilde teması Bob'un aktif bir ajans yolunda eğitimlere
gitmesiyle sonuçlanır.
Deighton'un isimsiz düşük derece memur casusu gibi Bob'un da en büyük düşmanları muhasebe müdüreleridir. Gerekli eğitimlere ancak göreve gönderilip olayların ağzına sıçtıktan sonra gonderilen Bob, California'da tanıştığı Mo ile kendisini aniden seviyesinin çok üstünde Eski Tanrılar ve Himmler'in büyü ustası SS'leri ile karşı karşıya bulur ve olaylar gelişir! Tann! Tannn! TANNNNNN!!!!
Stross'un Bob karakteri biziz. Alt seviyelerde IT ile boğuşan, tepemizde kendi ofis politik oyunlarını oynayan birden fazla müdürlerden nefret eden ama yine de dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan insanlar. Nasıl ki Deighton'un isimsiz casusu James Bond'a karşı bir tepki idi, Bob Howard da bilim kurgu/fantazi dünyasının süper kahramanlarına bir tepki. Bob için işler normalde kötü gidiyor. Zor durumda kaldığında her yaptığı üstlerinin tepkisini çekiyor. Birden fazla defa agzına sıçıldıktan sonra geri planda önemsiz bir işe atanan Bob, eninde sonunda işleri yoluna koymayı başarıyor, ancak kendisi gibi insanların yardımıyla.
Stross bu kitapta ve esas romanın arkasına eklenmiş The Concrete Jungle adlı novella içerisinde matematiğe dayalı bir büyü ile günümüz (ancak romanın yazıldığı dönem itibariyle 9/11 öncesi) dünyasını Chtulhu, SSler ve bir sürü başka bol derece kollu ve iğrenç yaratıkların kontrol ettiği dünyalara bağlamayı başarmış. Özellikle IT endüstrisinde çalışanlar için bir sürü espri dolu kitap ve dün sabah başlayıp gece btirdiğimde yüzlerce defa kahkahalar attım. Her ne kadar komedi kitabı olmasa da aradaki referanslar o kadar hoş ki gülmemek elde değil. The Concrete Jungle, İngiltere'nin bolca dalga geçilen şehirlerinden birisi olan Milton Keynes'de geçiyor ve yine kendisi espri olarak ele alınabilecek beton koyunlarından açılıyor konu.
Stross bir "fikirler" adamı. Heinlein gibi o kadar çok güzel bir sürü fikir ortalığa atılıyor ki bir süre sonra takip etmek zorlaşıyor. Öte yandan bu fikirleri genelde kitabın 3/4'ünde son derece başarılı bir şekilde götürürken her nedense sonuna doğru ne yapacağını bilememiş gibi biraz apar-topar şekilde bağlıyor. Bu kitap bunu yaptığı tek eser değil. Daha önce okuduğum romanlarının hemen hemen hepsinde bu oluyor nedense. Öte yandan o ana kadar yaşadığım zevk ve eğlence genelde benim için yeterli oluyor. Kitapların sonunu da adam gibi bağlayabilse çok daha başarılı olacak. O zaman on üstünden on alabilir ancak.
Hitit Güneşini ilk düşündüğümüz günlerin üstünden 10 sene geçti. Arada Eralp ve Deniz yavruladı, Mert ve Yigit everdi, bir kısmımız başka şehirlere, ülkelere göç ettik. Hepimiz şu ya da bu şekilde değiştik. Aklımızdaki "şimdi ne yapalım?" sorusu her gün farklı bir cevapla karşılanıyor ama tek bir şey değişmedi: "Önce eğlenelim!". Stross eğlendiriyor. Efendiler! Okuyunuz!
Ben de Charlie abimizin 2009 Redux (Part Two) basligi altinda toparladikalrindan How I Got Here in the End baslikli tarihcesini okuyordum tam. Seviyoruz Charlieyi.
YanıtlaSilhttp://www.antipope.org/charlie/blog-static/2009/07/how_i_got_here_in_the_end_my_n.html
Stross yeni tanıştığım yazarlardan. Şimdilik kitaplarına sıra gelmedi ama blogunu okuyorum, bu arada Tor'da noel temalı sanıyorum bahsettiğin karakterin öyküsünün okuması var. Benim friendfeedimden adresi bu http://ff.im/di8Ph
YanıtlaSilBen Stross'un kısalarını çok daha tercih ediyorum uzunlarına. Öte yandan kısalarında esas beni etkileyen adamın geri plana yaydığı fikirler. Adamın Özgür İskoçya ve Federal Avrupa Topluluğu hakkında yazdıkları gerçekten çok hoş. Heinlein gibi bir sürü tatlı fikri oluyor ve resmen köpeğe kemik atar gibi bizlere bunları sunduktan sonra bir daha hiç bahsetmiyor ancak bir cümlede ortamı anlatabiliyor. O açıdan çok Heinleinvari.
YanıtlaSilVe bu arada biz de hala bir Hitit Güneşi oyunu beliyoruz :P
YanıtlaSilDaha cok beklersin heh heh!
YanıtlaSilÖyle görünüyor :)
YanıtlaSil